Özgürlük, tarihten günümüze üzerine en çok kafa yorulan, tartışılıp tanımlanmaya çalışılan bir konu olmaktadır. Konuya ilişkin her felsefi akım farklı tanım ve yorumlar geliştirmiştir. Bu yönlü tartışmalar sürerken, konunun toplumsal boyutu üzerine yoğunlaşmak, alternatif toplumsal inşalar için oldukça önemlidir.
Toplumsal olmasıyla diğer varlıklardan ayrılan insan için özgürlük, çok yönlü ele almayı gerektirir. Farklı sosyal kimlikleri barındıran ve karmaşık bir yapı olması nedeniyle toplum, belli bir düzen olmadan varlığını sürdürememektedir. Düzen ise doğalında kural demektir. İşte tam da toplumsal özgürlüğe farklı yaklaşımların geliştiği yer burası olmaktadır.
Bu noktada farklılık, bilinç sahibi olan varlığın seçim yapma kabiliyetini gösterir. Zaten seçim yapmak özgürlüğü mümkün kılan temel bir koşuldur. Bu anlamda toplumdaki çeşitlilik ve farklılık durumu da özgürlük için olmazsa olmaz bir gerekliliktir. Her şeyin aynı olduğu bir yerde, farklı tercihte bulunma şansı kalmayan insan aynılığa mahkumdur.
Ahlakın da özgürlükle ilişkisi son derece önemlidir. Ahlakın özgürlüğü kısıtladığı söylenir. Bir yerde eğer ki ahlak dogmalaşmış ve toplumsal işlevini yitirmişse orada, elbette ahlakın özgürlüğün önünde bir engel haline geldiği söylenebilir. Bu noktada ahlakın göreliliğinden söz edilebilir. Ahlak, dogmalaşmama kaydıyla yaşamı düzenlediği oranda özgürlüğü mümkün kılar. Öte yandan ahlaki tercih yapmanın da özgürlük kaynaklı olduğunu biliyoruz. Yani özgürlük olmadan ahlak var olamamakta, iyi ile kötü arasında tercih yapabilmek, özgürlüğü şart kılmaktadır. Bu noktada özgürlük ahlakın kaynağı, oluşma zemini, kural haline gelmiş biçimidir.
Benzer biçimde, politika da özgürlükle sıkı bir bağ içindedir. Özgürleşmenin belki de en etkili aracı politikadır. Özgürleşmek zaten kendini yönetmekle başlıyor. Gerçek anlamda kendini yönetebilmek de özgür olmaktır. Kendi hakkında politika yapamamak ise en derin kölelik durumunu ifade eder. Bu durumu aşmanın temel aracı da demokratik siyasettir. Bu nedenle, demokratik siyasetin özgürleşmenin gerçek sanatı olduğu söylenebilir.
Özgürlük ve eşitlik arasındaki ilişki de son derece karmaşık ve tartışmalıdır. Çoğu zaman eşitlik, özgürlüğün karşısına konulur; hatta tam eşitliğin sağlanması için, özgürlükten taviz vermek gerektiği iddia edilir. Bu iki kavramın arasındaki farkı doğru anlamak, sorunu doğru ortaya koymak için önemlidir.
Bir hukuk kavramı olan eşitlik, tüm birey ve toplulukların ayrım yapmaksızın aynı haklara sahip olmasını ifade eder. Oysa farklılığın olduğu yerde, aynı tür hakların paylaşımından bahsedemeyiz. Çünkü her farklılığın kendi özgünlüğü temelinde farklı hakları vardır. Bu nedenle eşitlik, ancak farklılıkları esas aldığında bir anlam kazanabilir. Sosyalist eşitlik anlayışının başarısız olmasının temel nedenlerinden biri de, farklılıkları hesaba katmaması olmuştur. Gerçek bir adalet, ancak farklılıkları temel alan bir eşitlik anlayışıyla sağlanabilir. Zaten özgürlüğün farklılaşmaya bağlı olduğunu belirttik. Bu anlamda, politikanın temel bir görevi de, özgürlükle eşitliğin uyumunu sağlamaktır.
Bireysel özgürlük ile kolektif özgürlük arasında da önemli bir tartışma vardır. Kapitalist sistem bireysel özgürlüğü öne çıkarırken, bunu toplumsal kolektiviteyi yok etmek adına yapmaktadır. Günümüzde kapitalizmin liberal özgürlük anlayışı, en az iktidar olgusu kadar toplumsal yapıyı çökertmektedir. Bireyciliğin, toplumu bireylere parçalayarak ahlakı ve politikayı işlevsizleştirdiği bir gerçektir. Bu nedenle toplum, sermaye ve iktidar tekellerine karşı son derece savunmasız bir duruma düşmüştür.
Şüphesiz burada eleştirdiğimiz bireyselliğin kendisi değil, bireyci ideolojidir. Toplumsalığı gözardı eden, birey merkezli dünya görüşüdür. Liberalizm biçiminde karşımıza çıkan bu durumun, günümüzde yaşanan ahlaki krizin temel sebebi olduğu da artık herkesçe bilinmektedir.
Yine reel sosyalist pratikte açığa çıkan otoriter kolektivizm ise tersine bireysel iradeyi gözardı etmiştir. İnsanlar, toplumun kolektif iradesi olarak sunulan devlet karşısında son derece silikleştirilmiştir. Bu durumun, reel sosyalizmin çözülüşündeki payı da küçümsenemez.
Bu yaklaşım temelinde kolektif özgürlüğün taşıdığı anlam daha belirgin hale gelir. Gerçek toplumsal özgürlük, bireysellik kadar toplulukların kimliğini tanımasından geçer. Ancak bu temelde ele alınırsa özgürlük anlamlı bir içerik kazanabilir. Bireysel ve kolektif özgürlükler ancak bu zeminlerde uyumlu hale geldiğinde, özgür bir toplumsal düzen kurulabilir.
Çok karşıt gibi dursalar da, gerçekleşen liberal bireycilik ile reel sosyalizm kolektivizmi arasında yapısal bir benzerlik ortaya çıkmıştır. Her ikisi de aslında aynı yaklaşımın farklı yüzleri olarak gerçekleşmişlerdir. Devletçi sosyalizm ve özelleştirme siyasetinin aynı sonuçları doğurması bu çelişkili benzerliği açığa çıkarmıştır.
Sonuç itibariyle, demokratik toplum; bireysel ve kolektif özgürlüğün uyumunu ve farklılıklara dayanan bir eşitlik anlayışını kurması bakımından en uygun toplumsal model olarak öne çıkmaktadır. Bu nedenle de gerçekleşmesi ve sahiplenmesi en gerçekçi alternatif toplumsal düzendir.
Şerzan Özgür