Sözün anlamının tükendiği yerde, diyalog yerini sessizliğe, paylaşım ise yalıtılmış bireylerin çaresizliğine bırakır. Derinlik yitimine uğramış çağımız insanı; bırakalım sözün ağırlığını yaşamayı, anlık duyguları bile çoğu zaman yüreğinde hissedemiyor.
Bir bilgi kırıntısına ulaşmak için dağları, çölleri aşan, yıllarını inzivalarda geçiren; yeri geldiğinde dayanılmaz işkencelere katlanan kadim zamanların hakikat arayıcılarının, bilgelerinin günümüz dünyasını görmeleri durumunda, nasıl karşılayacaklarını merak ediyorum.
Bilgi, tarihsel süreç içinde birikmiş ve derinleşmiş bir olgu olarak, bireylerin sorumluluklarını anlamalarını sağlarken, çağımızda neredeyse anlık ve zahmetsiz bir biçimde erişilebilir hale gelmiş olmasına rağmen, bilgiye sahip olmanın getirdiği sorumluluk adeta kaybolmuş durumda.
Şüphesiz, bilmek, bilgiye sahip olmaktan ibaret bir durum değildir. Sahip olunan bilgiyi sorgulamak, onda derinleşmek, işlemek ve bununla beraber yüklediği sorumluluğu taşıyabilmektir. Bilmemek, bir suçun hafifletici nedeni olarak kabul edilir. Daha da ötesi, küçük çocukları ve delileri kimse yargılayamaz; çünkü bilmiyorlar. Peki, bunca bilgiye sahip ve bir çocuk kadar bile sorumluluk duymayan, haksızlıklara karşı tutum geliştirmeyen çağımız insanını nereye koymalı?
İnsanlığın en büyük ve acı kayıplarından biri de bu olsa gerek…
Devrimcilere ilgi duymamızın temel nedeni, yaşanan haksızlıklara karşı kayıtsız kalmamalarıdır. Che Guevara, “Bir devrimci, başkasına atılan tokadı kendi yüzünde hissedendir.” demiş. Eminim bu söz hepimizi çok etkilemiştir. Kürt halk önderi, haksızlığa dair bir konuşmasında “Bu kan, bu gözyaşı, bu sabır ve bu inat sadece ve sadece insan kalmakta ısrar etmek içindir.” diyor. Bu konuşmayı onlarca defa dinlemişimdir. Yine, diğer devrimci önderlerin de benzer söz ve eylemleri aynı şekilde etkilemiştir.
Çağımızın vicdanı olan devrimciler; bildiklerini yapan, yaptıklarına inananlar olarak, bilmenin sorumluluğunu üst düzeyde yerine getiren insanlardır. Bu nedenle, bu konuda onların ölçü alınması son derece anlamlıdır. Bilgi biriktiren ve tamamen bundan fayda sağlayan düzenin beslediği demagogların söylediklerinin bir anlamı olmadığı gibi, yaşanan toplumsal haksızlıkların da birinci dereceden sorumlusu olduklarını unutmamak gerekiyor. Oysa bu konuda devrimcilerin sözleri, mutlak eylemleridir.
Sözün anlamının tükendiği yerde, diyalog yerini sessizliğe, paylaşım ise yalıtılmış bireylerin çaresizliğine bırakır. Derinlik yitimine uğramış çağımız insanı; bırakalım sözün ağırlığını yaşamayı, anlık duyguları bile çoğu zaman yüreğinde hissedemiyor.
Söz konusu yüzeyselliğin bizleri vicdanen körelttiğini, yaşanan duyarsızlıktan anlamak zor değildir. Kürt halk önderi, 2000’lerin başında insanlığın vicdan devrimi yapması gerektiğini belirtmişti. Bu konumuzla doğrudan bağlantılı ve çok önemli bir tespittir. Vicdanı da aşırı soyutlaştırıp gerçeklikten koparıyoruz bazen. Oysa vicdan, duyulan sorumluluktan çok farklı bir şey değildir. Tek cümleyle söylersek; insanın vicdanı, taşıdığı sorumluluk kadardır.
Sonuç olarak; günümüz insanının bu konudaki temel sorunu, artık bilmemesi değil, bildiğinin sorumluluğunu taşımamasıdır. Bu da insanlık için korkunç bir ahlaki krize yol açmış durumdadır. Vicdan devriminin önemi de burada devreye girmektedir. Gelinen aşamada, köklü bir dönüşüm olmadan bu krizin aşılması da mümkün görünmemektedir.
Ali Güney