Günümüzde gençlik özü en çok boşaltılmaya çalışılan, üzerinde en fazla operasyon yürütülen kimliklerden biridir. Açık ki belli bir mücadele yürütülse de saldırılara karşı yeterli değildir. Çünkü gençlik halen tam olarak kendi bilincine varamamış, en çok istismar edilen kesim olmaktan kurtulamamıştır.
Rönesans en kısa tarifle yeniden doğuş, öze dönüş anlamına gelmektedir. 15-16. yüzyıllar arasında Avrupa’da, özellikle İtalya’da sanat, felsefe, bilim, mimarlık alanlarındaki yenilenme ile başlayan süreci ifade eder. Düşünsel yenilenme ve bu yenilenmeyle ortaya çıkan üretimler sürecin esas temasını oluşturur. Rönesansın zemini, Haçlı Seferleri ile Ortadoğu’dan Avrupa’ya taşınan eserlerin çevrilmesiyle atılmıştır. Katolik kilisesinin dogmatizmi altında nefes alamaz hale getirilen toplumlar, Rönesans’la bu karanlıktan çıkmış; gelişen düşünsel, sanatsal, felsefi akımlar yeni arayışların vesilesi olmuştur. Rönesans insanın kendini, varlığını, dünyadaki anlamını yeniden keşfettiği bir dönemdir.
İnsanlık oluşumundan beri anlamlandırma ve isimlendirme çabasıyla var olmuştur. Doğa insanla tarife kavuşmuştur. İnsan ikinci doğa olarak doğanın bir parçasıdır, fakat doğanın oluşunu ve gelişimini insan tanımlamıştır. Tarihsel süreçler içerisinde bu hem olumlu hem olumsuz anlamda yapılmıştır. Doğayı anlamlandırma arayışı bir yandan toplumu geliştirirken, diğer yandan erkek egemenlikli iktidarın gelişimiyle, iktidarcı anlayışlar ortaya çıkmıştır. İlk dönemlerde doğayı anlamaya çalışan, doğayla anlamlaşan insan, sonrasında doğayı tahakküm altına almaya çalışmıştır.
Yine bilindiği üzere erkek egemenlikli sistem, ilk yönelimini kadın ve gençlik üzerinde gerçekleştirmiş, ilk kırıma uğrattığı toplumun öz varlık dinamikleri olmuştur. Bu erkek aklıdır. Erkek aklı kendini örgütlenmiş güçle var etmektedir. Bu güç kendini devlet olarak sistemleştirmiştir. Buna karşı doğayla bağını koparmamış kesimler kadın etrafında örgütlenmiş; kimi zaman barbar, kimi zaman cadı olarak adlandırılmış, kimi zaman halk hareketi ya da peygamberliksel çıkışlar biçiminde var olmuştur.
10. yüzyıldan itibaren Avrupa’da dinin katılaşması toplumu düşünemez hale getirmiştir. Ortadoğu’da “Enel Hak” diyenlerin derisi yüzülürken, Avrupa’da insanlar diri diri yakılmıştır. “Dünya yuvarlaktır” demek idam sebebi olmuştur. Tıpkı yüzyıldır “Kürt vardır” demenin ölüm sebebi olması gibi… Tek düşünce vardır: Düşünmemek. Bu, inançla değil, devletçi geleneğin ihtiyaç duyduğu dogmatizmle ilgilidir. Her şey dinle açıklanmış, felsefe günah sayılmış, düşünce durdurulmuş, yaşam anlamını yitirmiştir. İnsanlık ilk oluşumunun bile gerisine düşürülmüştür. Rönesans böyle bir dönemde düşünce ve felsefenin yeniden canlanmasıyla doğmuş, ortaya çıkan akımlar Reformasyon’un ve Aydınlanma Çağı’nın önünü açmıştır.
Ortadoğu’da ise 8-12. yüzyıl aydınlanmasından sonra böyle bir çağ yaşanmamıştır. Dogmatizm hâlâ toplumları karanlığa mahkûm etmektedir. Kürt hareketiyle birlikte Ortadoğu’da Rönesans, demokratik, ekolojik, kadın özgürlükçü paradigmada yaşam bulmaktadır. Ortadoğu’da eğer bir Rönesans tartışması yapılacaksa, bu tartışma ilk toplumsal problemden başlamalıdır. Kadın özgürlüğü, demokrasi ve ekoloji odaklı olmayan bir Rönesans yerini bulmayacaktır. Gençlik ve kadın bu gelişmelerin merkezinde olmalıdır.
Değişim güçlü ve akışkan bir enerji ister. Bu enerji kendini düşünceyle ifade eder. Ve bu yeni yaşam düşüncesidir. Şüphe yok ki ancak gerilikleri reddeden düşünce tarzı yeniyi yaratabilir. Toplumda bu enerjiyi ve düşünce potansiyelini en fazla barındıran kesim de yine gençlik olmaktadır.
Gençlik enerjisi denince akla dinamik bir profil gelse de, asıl dinamizm düşüncede yaratılmalıdır. Gençlik enerjisi anlamla örgütlenmelidir. Bu nedenle gençliği sadece eylem gücü olarak görmek yetersizdir. Gençlik dönemin anlam gücünü açığa çıkaran bir hakikat olarak değişimde yer almalıdır. Rönesans gençlik açısından bir kültürleşme hamlesidir. Yeniden doğuş ancak gençliğin özgürlük arayışı, kültürüyle mümkündür. Gençliği belli yaşa sıkıştıran anlayışlara karşı, düşünsel ve pratik değişimlerin yoğunlaştığı bu süreçte, binyılların gençlik birikimiyle buluşmak gereklidir.
Gençlik; kimlik ve yaşamın temel anlamı olarak en eski olgulardandır. Devlet yokken, aile ve aşiret yokken genç vardı. O halde neden kendi tecrübesiyle kurumları dönüştürmesin de devletten, aileden, aşiretten bekler halde olsun? Değişimi yapacak temel unsur gençliktir. Yeni dönemin üretimleri gençliğin ruhu ve anlamıyla hayat bulmalıdır. Bunun için gençlik öz kimliğini, insanlığın ilk oluşumunda kadınla yakaladığı ahengi tekrar bulmalıdır. Bu kaba eşitlik değil; ortak düşünce, ortak üretimle açığa çıkan yaşamın anlamıdır. Gençlik dinamizminin özü de aslında budur.
Yeni yaşamın anlamı nedir, nasıl varlık bulacak? Avrupa Rönesans sonrası hümanizmle insanı merkeze almış, bu sanata, bilime, mimariye yansımıştır. O dönemin üretimlerinde merkezde insan vardır. Bugünün ruhu ise sosyalistleşme olacaktır. Çağımızın yeni yaşam biçimi sosyalist yaşamdır. Üretimlerin merkezinde sosyalist düşünce bulunacaktır. Sosyalizmin sistemleşmiş hali ise komünlerdir. Komünal yaşam gençliğin temel yaşam biçimi olmalıdır: okulda, eylemde, sporda, ekonomide, yaşamın her alanında komünleşmek gerekiyor.
Yeniden doğuşun temel unsurlarından biri ise kadındır. Kadın öncülüğünde doğayı ve yaşamı anlamanın bilimi olarak jineoloji temel yöntem olmalıdır. Pozitif bilimin aksine, kadını ve özgür düşünceyi merkeze alarak ilerler. Nasıl ki rönesans insanın doğayla yeniden buluşmasıysa, jineoloji de bugün aynı iddiayı taşıyor. Kadın anlaşılmadan ve merkezde olmadan hiçbir değişim özgürlükçü ve sosyalist olamaz. Doğuş kadında anlam bulur. Kadının olmadığı yerde ne yeniden ne de doğuştan bahsedilebilir.
Öte yandan çağımızın en temel sorunu özgürlüktür. Burada hukuki değil, düşünsel özgürlükten söz ediyoruz. Bir yanda gericiliğin baskısı, diğer yanda kapitalist liberal özgürlük anlayışı gençliği sıkıştırmıştır. İki uç arasında savrulma vardır. Bir tarafta gericiliğe teslim olmuş gençlik, diğer tarafta bireysel özgürlük peşindeki toplum dışı gençlik. Günümüzde gençlik özü en çok boşaltılmaya çalışılan, üzerinde en fazla operasyon yürütülen kimliklerden biridir. Açık ki belli bir mücadele yürütülse de saldırılara karşı yeterli değildir. Çünkü gençlik halen tam olarak kendi bilincine varamamış, en çok istismar edilen kesim olmaktan kurtulamamıştır.
Sonuç olarak gençlik Rönesans’a öncülük edecek temel dinamiktir. Bu da her şeyden önce gençliğin özüne dönüşüyle mümkündür. Gençlik ruhunun, irade ve uygulama gücünün olmadığı yerde çürüme başlar. Gençliğin egemenlerin tahakkümüne girdiği yerde özgür bir toplumdan bahsedilemez. Özgürlüğün olmadığı yerde de yaşamdan söz edilemez. Bu sebeple yeni yaşam gençleşerek, genç kalınarak mümkün olacaktır.
İbrahim Can