Liberalizmin özgürlük anlayışı, aslında ticaret ve sömürü özgürlüğünden başka bir şey değildir. Liberalizm özünde devletin ekonomi üzerindeki sınırlamalarına karşıdır; başından beridir vergi, gümrük, sınır gibi engellerin kaldırılmasını istemiştir. “Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” sloganı da temelinde bunu ifade ediyor.
Bilindiği üzere liberalizm kelime olarak Fransızcada özgür anlamına gelen “liberte” sözcüğünden türetilmiştir. İdeolojik ve siyasal olarak da bireysel özgürlükler biçiminde bir anlam yüklenmektedir. Ancak zamanla ifade ettiği bu anlam değişmiş, günümüzde daha çok bu değişen anlamda kullanılmaktadır.
Günümüzde Liberalizm, sermayenin çıkarlarını meşrulaştıran bir kavram haline gelmiş; insanları bireycilik anlayışıyla kapitalist sisteme bağlamanın temel ideolojik araçlarından biri olmuştur. Siyasi liberalizm olarak kabul edilen düşünceler de bu çerçevede gelişmiştir.
Adam Smith’in, zamanında tekelleri, gümrükleri ve devletin koyduğu sınırlamaları eleştirmesi, “piyasanın en etkili hakem olacağını” söylemesi, David Ricardo’nun “karşılaştırmalı üstünlük kuramı” ile daha ucuza mal olan bir üretimle diğeri arasındaki ilişkiyi ele alarak serbest ticareti destekleyen görüşler ortaya koymasıyla John Stuart Mill’in ahlak alanında yararcılığı savunan görüşleri böyle bir sonucun ortaya çıkmasında önemli bir rol oynamıştır.
Neoliberalizm de bu gerçeğin bir devamıdır. “Neo” denilmesi, ona başka bir içerik katmıyor. Bu tamamen kapitalist modernitenin finans çağına uygun bir uyarlamadır. Neoliberalizm, sermayenin devletler ve uluslararası düzeyde önündeki sınırların kaldırılmasıdır. Bütün mesele, devletin sermaye dolaşımına engel olmamasıdır.
Kürt Halk Önderi, Kapitalizmin esas gücünü temel ideolojisi olan liberalizmden aldığını savunuyor. Yani kapitalist düzen, temelde liberalizm aracılığıyla kendini topluma kabul ettiriyor. Bunu da bireyi toplumdan ayırarak, birey merkezci yaklaşımıyla yapıyor. Çünkü toplumsallığından uzaklaştırılmış bireyin daha kolay hükmedilebilir olduğunu iyi biliyor. Daha önceki köleci uygarlıklarda toplumun doğrudan köleleştirilmesi söz konusuyken, burada bireyin sürüleştirilmesi esas alınmıştır.
Liberalizmin üzerinde durulması gereken temel bir özelliği toplumsal değerlerin içini boşaltıp kendine göre anlam yüklemesi ve çarpıtmasıdır. Örneğin Liberalizmin özgürlük anlayışı, aslında ticaret ve sömürü özgürlüğünden başka bir şey değildir. Liberalizm özünde devletin ekonomi üzerindeki sınırlamalarına karşıdır; başından beridir vergi, gümrük, sınır gibi engellerin kaldırılmasını istemiştir. “Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” sloganı da temelinde bunu ifade ediyor.
Yine sınıf mücadelesinin saptırılması, sömürge halkların kurtuluş mücadelelerine mesafeli duran işçi aristokrasisi ve sosyal şovenizm, “sosyal devlet” gibi kavramlar da bu çerçevede ele alınmak durumundadır. Hepsi devlete ve iktidara karşı mücadeleyi yumuşatma arayışlarını yansıtır. Buna rağmen liberalizm denildiğinde hâlâ hafızalarda “özgürlük”, “refah” gibi imgeler oluşturulur.
Oysa liberalizmin amacı, sisteme karşı mücadele edenlerin direncini törpülemek, toplumu devletin sınırları içine hapsetmek, sorunları bu çerçevenin dışına taşırmadan çözmeye zorlamaktır. “Özgürlük” söyleminin içini boşaltmasının esas nedeni de budur. Bu yönüyle liberalizm, yalnızca devleti sermayenin aracı haline getirmekle kalmıyor; karşıt güçleri de yumuşatarak sisteme eklemlemeye çalışıyor. Bu yönelim, bireyden topluma kadar her alanda kendini gösterir.
Öte yandan liberalizm, sistem karşıtı düşünce ve hayalleri bile kendine bağlamaya çalışır. Bu nedenle birçok kişi ya da çevre, kapitalizme karşı olduğunu sanırken, aslında liberalizmin sistem için açtığı nefes borularından biri haline gelebilmektedir.
Bu anlamda liberalizm; bireyi toplumdan, özgürlüğü sorumluluktan koparır. Tüketim, bencillik, sınırsız keyif alanlarına indirger. Konuşma, giyinme, yeme-içme, gezme gibi gündelik tercihleri özgürlük olarak sunar. Bu sahte özgürlük anlayışı bireye “özgürmüş” hissi verirken, toplumsallığın çöküşünü hızlandırır. Toplumdan koparılan her birey, sömürüye ve egemenliğe daha açık hale getirilir. Böylece özgür birey yerine, itaatkar tüketici yetiştirilmiş olur.
Bu nedenle liberalizmin hâkim olduğu yerde özgürlük, toplumsal ahlakın ihlali ölçüsünde tanımlanır ve bir özenti kültürüne dönüştürülür. İnsan toplumsallığından koparılarak sömürüye, egemenliğe, itaat etmeye hazır hale getirilir. Özgür birey olduğunu sanan insan aslında toplumdan kopmuş, daha da yabancılaşmış hale gelir.
Kapitalist modernite bu ağı özellikle gençlik üzerinde yoğunlaştırır. Gençliği sahte özgürlükçü düşüncelerle etkisi altına alarak onu toplumsal değerlerden koparmayı hedefler. Bunun için sürekli bencilliği öne çıkaran, gençliği felsefeden, ideolojiden, siyasetten uzaklaştırarak daha rahat sömüreceği bir zemine çekmeye çalışır.
Sonuç olarak liberalizmin özü, bireyi toplumsallığından koparmak, toplumları devlete hapsetmek ve sermayenin ideolojik zemininin sürekliliğini sağlamaktır. Bu nedenle liberalizme karşı mücadele, ideolojik ve siyasal boyutlarıyla yoğunca yürütülmek ve başarılmak zorundadır.
Ali Güney