Söze dürüstçe bağlılık ve yaşamla bütünleştirme çabasından vazgeçilmedikçe, hakikatin büyümesi ve toplumda kendini özgür yaşamın zaferi olarak sunması kaçınılmazdır. Toplumlar, adeta suya hasret topraklar gibi hakikate susamış olgulardır. Bu hasret giderildikçe, toprağın yeşermesi gibi toplumlar da özgür ve demokratik yaşamla tanışırlar.
Hakikat payı çok güçlü olan düşünceler bile, uygulanmadıkça anlam ifade etmezler. Bütün dünya, yanlış ya da hakikat payı zayıf olan bir düşüncede birleşse dahi, bir kişi bile temsil etse; hakikat payı daha üstün olan bir düşünceyi hepsine karşı başarıyla savunabilir ve sonuçta bu düşüncenin zaferini sağlayabilir. İnsanlık tarihi bunun örnekleriyle doludur. Buna yol açan, hakikatlerin her zaman galebe çalan gücüdür. Hakikati ifade eden düşünceler bastırılabilir, cezalandırılabilir ama asla yenilgiye uğratılamaz.
Başlangıçta hakikat payı çok sınırlı olan düşüncelerle pratiğe başlamıştık. Dürüstçe pratiği geliştirdikçe, düşüncedeki hakikat payını artırdık. Hakikat payı artmış düşüncelerle pratiğe yöneldikçe, daha başarılı pratiklerin yaşanması kaçınılmaz oldu. Çıkarılması gereken temel sonuç, daha büyük hakikatin ve bu hakikatlerin yol açtığı büyük yaşamsal eylemlerin gerektiğinde tek bir sözle başladığıdır. Söze dürüstçe bağlılık ve yaşamla bütünleştirme çabasından vazgeçilmedikçe, hakikatin büyümesi ve toplumda kendini özgür yaşamın zaferi olarak sunması kaçınılmazdır. Toplumlar, adeta suya hasret topraklar gibi hakikate susamış olgulardır. Bu hasret giderildikçe, toprağın yeşermesi gibi toplumlar da özgür ve demokratik yaşamla tanışırlar.
Kapitalist modernite, Orta Çağ boyunca kilisenin elinde tuttuğu zihniyet egemenliğini laiklik yanlısı üniversite kurumları vasıtasıyla kırdı. Üniversiteler üzerinde kurduğu tekel ile Rönesans, Reformasyon ve Aydınlanma çağının bilimsel, felsefi ve sanatsal kazanımlarını kendisine mal etti. 19. yüzyıl, bu bakımdan kapitalizmin bilim, felsefe ve sanat üzerindeki egemenliğinin kesinleştiği yüzyıldır. 20. yüzyılın sonlarında, sistemin genel yapılanmasındaki bunalım ve çözülmelere paralel olarak yaklaşık iki yüz yıl süren bu egemenliğin kendisinde de bunalım ve çözülmeler yaşandı. Felsefe, uygulamalı bilimsel teknikler karşısında eski önemini yitirmiş; bilimin kendisi, sayısı bilinmeyen araştırma tekniklerine dönüşmüş; sanat ise Klasik Çağ’dan sonra ekol değerini yitirerek yığın endüstrisi hâlinde kaba bir metaya indirgenmiştir.
Sonuçta, kapitalizmin, ulus-devletçiliğin ve endüstriyalizmin basit çıkar araçları hâline gelmişlerdir. Böylece, esas işlevleri olan hakikati araştırma ve ifade etme yeteneklerini kaybetmişlerdir. Bilim, felsefe ve sanatın bunalımıyla kastedilen, bu hakikati araştırma ve ifade etme yeteneklerinin kaybıdır.
Ortadoğu’da benzer bir süreç, 12. yüzyılda İslam medrese dogmatizminin felsefe, bilim ve sanat karşısında egemenlik kazanmasıyla yaşanmıştır. Batı’da bilim, felsefe ve sanatta yaşanan bunalım, Ortadoğu’da oryantalizmin gözden düşmesiyle anlam bulmuştur. Bu yönüyle olumlu bir gelişme olsa da, alternatif zihniyet devrimini gerçekleştiremediği için riskler taşımaktadır. Bölgede, Batı’nın hegemonik zihniyetine, sanat ve yaşam tarzına karşı sınırlı bazı gelişmeler ortaya çıkmasına rağmen köklü bir devrim yaşanmamıştır. Her alanda olduğu gibi bu alanda da bunalım devam etmektedir.
Ortadoğu, bu bunalımın doğurduğu riskleri fırsata dönüştürebilir. Bunun için Demokratik Modernite’nin; Demokratik Ulus, Komünal Piyasa Ekonomisi ve Ekolojik Endüstri unsurlarına ilham ve yön veren, kendi tarihsel ve kültürel temellerine uygun olan felsefe, bilim ve sanat devrimini gerçekleştirmesi gerekir. Diğer bir ifadeyle, Rönesans, Reformasyon ve Aydınlanma Çağlarını iç içe ve yoğun biçimde, yani devrimci tarzda gerçekleştirip yaşamsallaştırabilir. Bu doğrultuda Batı’yı taklit etmesine gerek yoktur. Evrensel kazanımlar paylaşılmakla birlikte, esas olan kendi mekânsal ve tarihsel yaratıcılığını sergilemek ve kendi öz devrimini gerçekleştirmektir.
Demokratik Modernite kuram ve kavramlarına uygun olarak geliştirilen Kürdistan Devrimi’nin bir şansı da, Kapitalist Modernite’nin yaşadığı zihniyet ve yaşam tarzındaki bunalım döneminde gerçekleşmekte oluşudur. Fransız ve Rus Devrimleri başta olmak üzere, 19. ve 20. yüzyıldaki devrimlerin büyük kısmı Kapitalist Modernite’nin zihniyet ve yaşam tarzını aşamayan devrimlerdi. Soylu çabalarına ve alternatif olma hayallerine rağmen başarıları sınırlı oldu. Şüphesiz, geriye değerli bir miras; hâlen yaşayan, hakikat payı yüksek zihniyet kazanımları ve etik-estetik yaşam değerleri bırakmışlardır.
Kürdistan Devrimi, bu değerli zihniyet ve yaşam kazanımlarını kendi öz pratiğinde birleştirerek şansını çok iyi değerlendirebilir. Kapitalist Modernite’nin tuzak yüklü, hakikati yutan ve çılgın tüketim canavarları hâline getirdiği bireyciliğe; bu bireyciliği doğuran azami kârcılık, ulus-devletçilik ve endüstricilik unsurlarına karşı, Demokratik Ulus, Komünal Ekonomi ve Ekolojik Endüstri’nin iç içe inşa edilmesiyle, toplumsal yaşam tarzına dönüştürülecek demokratik ve sosyalist birey yaşamsallaştırılabilir. Kendi zihniyet, etik ve estetik devrimini derinleştirerek bireye mal edebilir, buradan hareketle Ortadoğu halklarına da taşıyabilir. Ortadoğu’nun, her zaman bütünsellik ve evrensellik arz eden tarihsel kültürüne kendi öz devrimiyle önemli katkılarda bulunabilir. Bunun için yaşamın kendisini ve her alanını bir okul olarak değerlendirebilir.
Her şeyini yitirmiş halklar ve bireylerin olumlu anlamda bir şansı da, devrimsel değerleri; özgür, etik ve estetik yüklü yaşamları susamışçasına benimsemeleri ve özümsemeleridir. Varsın Kapitalist Modernite’nin kusmukları bize bulaşmasın. İyi ki ya bulaşmamış ya da çok az bulaşmıştır. Daha görkemli olanı, kendi toplumsal doğamıza ve bireysel etkinliğimize uygun Demokratik Modernite değerlerini; onun Demokratik Ulus, Komünal Ekonomik ve Ekolojik yaşam tarzını, bunun bilimini, felsefesini ve sanatını özgürce, eşitçe ve demokratikçe paylaşmak ve topluma mal etmektir.