HABER MERKEZİ-“Tarih ve gelenek neyse, günümüz ve gelecek odur” büyük ilkesine göre düşünme ve davranmayı bilmek gerekir. Tarih ve geleneği ne kadar doğru biliyorsan, günümüz ve geleceği, bu tarihi içselleştirdiğinde üstüne ekleyeceğin kadar değiştirebilir, dönüştürebilirsin. Değişimin ve devrimin altın kuralı, bu formülün uygulanmasından geçer.
Günümüzün üzerinde çalıştığımız, özellikle nitel sıçrama süreçleri olarak tanımlanan, tüm devrimci olgu, olay ve süreçlerin gelenekten kaynaklanan katlı şifrelerini çözmeden; doğru, arzulanan, amaca uygun gelişmeler yaratmak inancı oldukça yanıltıcıdır. Tüm endişem, çok eksikli ve yanlışlıklarla dolu da olsa, yaptığım tarihsel toplumsal tanımlamalar olmadan günümüzün doğru tanımlanamayacağıdır.
Toplumsal gelenekle güncellik arasındaki ilişkinin doğru tanımlanması sosyal bilimlerde halen ciddi bir sorundur. Güncel yaşanan olguyu, olay ve süreçleri geleneğe bağlamadan ne kadar tanıyabiliriz? Gelenek güncellik üzerinde ne kadar etkilidir? Toplumun kendisi hangi ölçüler içinde gelenek ve güncelliği bir arada ve nasıl yaşayabilir? Bu sorulara yanıt vermeden, güncel durum ve olası gelişmeler hakkında gerçekçi değerlendirmeler yapmak güçtür. Yapılanlar eksik ve yanlışlıklarla dolu olacaktır. Yöntem olarak sürekli tarih ve günceli birbirine bağlamaya çalışmamız bu nedenledir. Bir kez daha kanımı dile getirirsem, geleneğin büyük oranda şifreli de olsa güncelin içinde gömülü olduğudur. Güncel an ve koşullar sanıldığından çok az geleneksel veriyi değişime uğratmaktadır. Ama olgular dünyasında bunu anlamak için birkaç kodlu şifreleri çözmek gerekir. Yoğun tarihsel tanımlamalar yapmamın nedeni, bu güncel örtük şifreleri çözmek içindir. Halklar çözümlerini tarihten nasıl gelmişlerse öyle geliştirirler. Tarihsellik, gelenek, kültür her ne denilirse denilsin, her halk grubunun bir tarihi vardır. Klan toplumundan beri şekillenen halk toplulukları tarih boyunca jeokültür –yer koşullanması– ve politik yapılar karşısında varoluş refleksleriyle biçim kazanmaya çalışır.
Bir örnekle daha iyi izah edebilirim. Herkesin – 20. yüzyılla ideolojik-siyasi olarak ilgilenen– tanıdığı Lenin’in devrimci dürüstlüğünden herhalde şüphe edilemez. Lenin hem teorik hem pratik iktidarla ilgilendiğinde, ondaki şifreyi çözdüğünü sanmıyorum. Çözemediği için de kurduğu sistemle en çok kendi amaçlarını tasfiye etti, boşa çıkardı. Şifreleri doğru çözememenin önemi buradadır. İktidar hakkında günümüz devrimcilerinden kat be kat daha doğru tanımlama yapan, saymakta güçlük çekeceğimiz bilgeler var. Belki iktidarı yıkmamışlardır, ama kendilerini kirletmemişlerdir de. Bunları önemsiz sayabilir miyiz? Lenin’in kullandığı –Çarlık Rusya’sından kalma– iktidar bloklarıyla inşa edilen sosyalizm ancak 70 yıl dayandı. O da karşıt olduğu sisteme tarihi hizmetlerde bulunduktan sonra –sıradan rakip bir iktidar olan Saddam kadar– direnmeden çözüldü. Söz ve amaç birliği içinde olduğu bir dünyaya haber bile vermeden, adeta ihanet ederek. Bence Leninist sistemi ucu bucağı olmayan eleştirilere boğmak yerine, sadece ‘iktidarın çok kodlu şifresini’ çözemediğini belirterek değerlendirmek en doğrusudur.
Şüphesiz geçmiş taklit edilerek yaşanmaz. Ama gelenek temel alınmadan, yeni olan da yaratılamaz. Konunun ne kadar önemli olduğunu gösteren, Ortadoğu’nun geçmiş ve özellikle günümüzde yaşadığı facia, dehşet dolu yaşamıdır. Bu yaşamın en son teknoloji kullanılsa da, envai türlü şiddet yöntemleriyle çözümlenememesi kadar, ekonomik, mali, siyasi, eğitsel çabalarla da vahşetten daha beter durumdan kurtulamadığı, hemfikir olunan bir gerçektir. Ama mutlaka ivedi bazı çözümleyici çabaları sergilemek gerektiği de gayet açıktır. Bu nedenle geleneği, ana kavramlar kapsamında ne kadar eleştiriye açık da olsa çözme çabam önemlidir. Onsuz güncel çabaların anlamlı olamayacağına, başarılı sonuç veremeyeceğine dair derin kanılar taşımaktayım.
Demokratik Ekolojik Toplum paradigması rijit, kesin sınıf, ulus ve devlet kategorilerinden hareket etmez. Umudunu salt geleceğe taşımaz. Kuru bir geçmiş inancına da dayanamaz. Günümüzle tarih, tarihle gelecek arasında bağ kurmak çok daha gerçekçidir. Tarihten kopmayla hiçbir şeyin doğru tanımlanamayacağı, dolayısıyla sağlıklı bir dönüşümün görülemeyeceği açıktır. Tarih yalnız ibretlik bir ayna değil, yaşadığımız gerçekliğin kendisidir. Eskiyi kolay terk etmenin gerçeği kaybetmek anlamına geldiği, her şeyi geleceğe saklamanın yaşayan gerçekliği hayallere terk etmek olduğu netçe anlaşılmaktadır. Dün – bugün – gelecek arasında pek uzun bir mesafe ve zaman olmadığını, olsa da büyük bir değişme anlamına gelmediğini görmek daha gerçekçi, yaşanılan ana daha saygılı olmaktır.
“Tarih ve gelenek neyse, günümüz ve gelecek odur” büyük ilkesine göre düşünme ve davranmayı bilmek gerekir. Tarih ve geleneği ne kadar doğru biliyorsan, günümüz ve geleceği, bu tarihi içselleştirdiğinde üstüne ekleyeceğin kadar değiştirebilir, dönüştürebilirsin. Değişimin ve devrimin altın kuralı, bu formülün uygulanmasından geçer.
Toplumsal özgürlükçülerin temel kayıp nedenlerinden birisi tahakkümcü tarih söylemlerine yenik düşmeleridir. Kazanmaları için de başta gerekli olan, kendi tarihlerini yaşama güçlerini gösterebilme yeteneğidir. Kendi özgürlük tarihini, –hatta bu olmasa bile– geleneğini ahlaki tutum olarak sergileyebilmek gereğidir. Özgürlük istememek gibi bir durum eğer baskı varsa asla söz konusu olamaz. Tarih hiçbir zaman tahakkümcü güçlerin tek taraflı iradesiyle belirlenmemiştir. Kalıcı belirlenmeyi toplumların komünal demokratik duruşu sağlamıştır. Onu tarihte ayırt etmek, gün ışığına çıkarmak özgürlük mücadelecilerinin öncelikli görevidir. Her ot kökü üzerinde yeşerir. Günümüz özgürlük mücadelesi de özgürlük kökeni, gelenekleri üzerinde ancak yeşerebilir.