İnsan, dünyayı önce ana diliyle tanır; ilk duygularını, ilk kavrayışlarını, ilk anlam örgülerini o dilde kurar. Bu nedenle bir çocuğu ana dilinden koparmak, onun düşünme ritmini, duygusal kapasitesini, toplumsal kökleriyle kuracağı bağı zedelemektir.
Mevcut eğitim sistemi, tekçi ulus-devlet aklının şekillendirdiği bir inşa olduğu için bireyin tamamen hâkim kimliğe uyum sağlamasını hedefler. Bu nedenle eğitim alanı, toplumsal hakikatin dile geldiği bir zemin değil, iktidarın ideolojik hâkimiyetinin pekiştirildiği bir mekâna dönüştürülmüştür. Tek kimlik, dolayısıyla tek dil ve kültür etrafında kurulan bu yapı, toplumsal farklılıkları bastırdığı gibi toplumsal hafızayı daraltıyor ve bireyin düşünsel yaratıcılığını köreltiyor.
Anadilde eğitimin reddi, yalnızca pedagojik bir sorun değil; bireyin kendisiyle kurduğu varlık bağının kesintiye uğratılması anlamına gelir. Çünkü insan, dünyayı önce ana diliyle tanır; ilk duygularını, ilk kavrayışlarını, ilk anlam örgülerini o dilde kurar. Bu nedenle bir çocuğu ana dilinden koparmak, onun düşünme ritmini, duygusal kapasitesini, toplumsal kökleriyle kuracağı bağı zedelemektir. Bugün Türkiye’deki eğitim sistemi tam olarak bunu yapmaktadır: öğrenciye hâkim kimliği dayatarak, onun kendi kültürel dünyasını geliştirme imkânını elinden alıyor. Açık ki bu, bir insanlık suçu.
Dünya örneklerine baktığımızda, iddia edildiği gibi anadilde eğitimin bugüne kadar hiçbir toplumu bölmediğini; aksine hem bireyi güçlendiren hem de toplumsal bütünlüğü derinleştiren bir köprü kurduğunu açıkça görürüz. Bask Bölgesi’nde uygulanan iki dilli eğitim modeli, kimliksel eşitliğin ötesine geçerek öğrencilerin akademik başarılarında istikrarlı bir yükseliş yaratmış; genç kuşakların hem kendi kültürel kökleriyle bağını korumasını hem de küresel dünyaya entegre olma kapasitesini güçlendirmiştir. Quebec’teki model, Fransızcanın tarihsel baskı dönemlerinden çıkıp saygın bir konuma yerleşmesini sağlamış; aynı zamanda İngilizce konuşan topluluklarla demokratik bir birlikte yaşam zeminini geliştirmiştir. Finlandiya’nın kültürü merkeze alan eğitim yaklaşımı ise yalnızca teknik bir başarı üretmemiş, öğrencinin kendi değerleriyle bağ kurmasını merkeze alarak dünyanın en yüksek okuryazarlık oranlarından birini yaratmıştır. Bizde de illa öyle olsun demeyiz belki, ama bunlar incelenmeye değer örneklerdir.
Tüm bu deneyimler, anadil özgürlüğünün yalnızca pedagojik bir mesele olmadığını; aynı zamanda toplumsal barışın, demokratik yaşamın ve bireyin özgüvenli kimlik inşasının temel taşı olduğunu gösteriyor. İnsan ancak kendi dilinde düşündüğünde yaratıcı olabilir; çünkü yaratıcılık, zihnin iç ritmi ile kültürel hafızanın buluştuğu noktada doğar. Kendi hikâyesiyle buluşan birey topluma karşı yabancılaşmaz; aksine toplumsal sorumluluk duygusu gelişir. Kendi kültürünü tanıyan çocuk ise başkasının diline, kültürüne ve kimliğine daha doğal bir saygı duyar; çünkü kendi varlığının kabulünü yaşayan kişi, başkasının varlığını da tehdit olarak değil, yaşamın zenginliği olarak görür. Bu nedenle dünya ölçeğinde anadilde eğitim yalnızca bir hak değil, özgür ve eşit bir toplumun vazgeçilmez altyapısı olarak kabul edilir.
Eğitim sistemi, Türkiye’de olduğu gibi iktidarın kadro devşireceği bir alan değil; özgür bireyin ve özgür toplumun inşa sahasıdır. Eğitim, insanı kendi hakikatiyle karşılaştıran, toplumsal hafızayı yeniden üreten ve bireyin kendisini anlamlandırmasını sağlayan en yaratıcı süreçtir. Bu perspektiften bakıldığında mevcut eğitim sistemi, toplumsal hakikatin üzerinin örtüldüğü sisli bir alan hâline getirilmiştir. Açık ki bu durumdan ancak alternatif bir eğitim modeli ile kurtuluş sağlanabilir. Sadece anadilin kabulüyle de değil, her şeyin dayatıldığı, eğitim görevlilerinin üstenci ve merkeziyetçi yaklaşmadığı demokratik bir alternatif sistem geliştirilmelidir.
Örneğin demokratik ve komünal bir eğitim sistemi düşünülebilir. Herkesin anadilinde eğitim alabildiği; öğretmenin bilgiyi dikte eden değil, birlikte çözümleyen, birlikte düşünen, birlikte hakikati arayan bir yol arkadaşı olduğu bir sistem niye olmasın. Öğrencinin ise edilgen bir nesne değil, kendi yaşamını inşa eden ve yaratıcılığıyla katkı yapan bir özne olduğu bir model. Bu modelde dil, sadece iletişim aracı değil; kültürün taşıyıcısı, kolektif belleğin kapısı, özgür düşüncenin zemini olarak merkezi bir konuma sahip olabilir.
Alternatif eğitim perspektifi, çocuğun matematik ve fen öğrenmesinin yanında kendi toplumunun tarihsel deneyimleriyle bağ kurmasını, kültürel çeşitliliği anlamasını, etik bir bilince sahip olmasını, eleştirel düşünme becerisini geliştirmesini de hedeflemelidir.
Sonuç olarak, ikinci ve üçüncü diller bir kimlik tehdidi değildir; bu yaklaşımın hiçbir geçerliliği kalmamıştır. Çok dilli eğitim toplumu parçalamaz; aksine farklılıkları ortak ve zengin bir yaşamın etrafında buluşturur. Bu nedenle alternatif eğitim modeli sadece teknik bir reform değil; köklü bir zihniyet değişimi, toplumun kendisiyle yeniden buluşmasının, tarihsel yaralarını onarmasının ve özgür gelecek tahayyülünü kurmasının temel taşıdır.
Bugün ihtiyaç duyulan şey, mevcut eğitim sisteminin tekçi yapısını aşan, toplumsal çeşitliliği tanıyan, dili ve kültürü özgürleştiren, bireyi edilgenlikten çıkarıp toplumsal hakikatin öznesi hâline getiren radikal bir değişimdir. Anadilde eğitim bu değişimin olmazsa olmaz bir parçasıdır. Ancak anadil özgürleşirse düşünce özgürleşebilir. Düşünce özgürleştiği kadar da toplum kendi hakikatini yeniden kurabilecek güce ulaşabilir.
Eser Tamar








