Bazen yalnızlık, kendi ülkemden ve coğrafyamdan sürgünlüğümü daha net düşünmeme fırsat veriyor. Kürdistan’dan Avrupa’ya göç etmiş bir genç olarak, bu arayış sadece benim değil; benim gibi yüzbinlerce gencin hikayesidir aslında. Bu hikaye, Kürdistan’da yürütülen çok yönlü savaş koşullarının bir sonucudur.
Türkiye’de gençlerin göçü çoğunlukla ekonomik sebeplerle gerçekleşse de, Kürdistan’dan göç eden gençler için mesele ekonomik nedenlerden öte, kimlik ve politik nedenlerden kaynaklıdır. Türkiye ve Kürdistan’dan gelen gençler Avrupa sokaklarında kimliklerini adeta ceplerinde taşır gibi taşıyorlar; ne tam gösterebiliyorlar, ne de tamamen saklayabiliyorlar. Burada kendini anlatmak başlı başlına bir mücadele. “Nerelisin?” sorusunun cevabı o kadar uzundur ki, bir hikayeye dönüşüyor bazen. Bizde ülke, bir özlem yarası…
Göç, dışarıdan bakıldığında bir kurtuluş yolu gibi görülebilir; ama aslında bir kayıptır. Kimi için ekonomik, kimi için politiktir; fakat giden sadece bedenen değil, ruhen de gider. Arkada bıraktığın ülkede belki bir parçan kalır ve belki de sen sadece o kadarsın. Çünkü ondan sonra attığın her adımda kendi parçalarını dünyanın farklı köşelerine bırakmaya başlarsın.
Avrupa’ya gelince kimi insanlar, koşullar değişti diye kendilerini özgür sanıyor. Oysa özgürlük, pasaport veya adres değişikliğiyle elde edilen bir şey değil. Burada çevrili olduğumuz görünmez sınırlar, sessiz baskılar ve kültürel dayatmalar ortamında özgürlük olgusunu daha iyi anlıyoruz. Avrupa sokaklarında dolaşırken bile kendi sesimiz tam olarak duyulmuyor; kimliğimizi savunmak bazen bir lüks, bazen de görünmez bir mücadele haline geliyor.
Özgürlük üzerine düşünüyorum. Burada sunulan rahat yaşam bizi ne kadar özgür kılıyor, özgürlük bu mu diye düşünüyorum. Sonra fark ediyorum ki, aslında ben buraya ait değilim ve istesem de özgür yaşayamam burada. İnsan kültürel olarak yabancısı olduğu bir yerde ne kadar özgür olabilir? Bir başkası olarak belki özgür yaşayabilirim, ama kendim olarak bu mümkün mü?
Bence gerçek özgürlük, insanın kendi özü ve kimliğiyle var olabilmesidir. Nereden geldiğini, kim olduğunu unutmadan yaşamasıdır. Çünkü bazen insanın en büyük sürgünü, toprağından değil, kendi kimliğinden kopmasıyla yaşanıyor. Ve Avrupa’nın sunduğu “özgürlük” tam da burada görünmez bir tuzak hâline geliyor.
Bireysel düzeyde yaşanan bu kimlik sürgünü ve “görünmez tuzak” hissi, aslında daha geniş bir tartışmanın da merkezinde yer almaktadır.
Bütün bu süreçler, insanın içindeki boşluğu ve kaybı daha da büyütse de, bir noktada insan, kaybettiği kimliğini ve ait olduğu yeri yeniden bulma arayışına giriyor Avrupa’daki bu kurtuluş yanılsaması yıpratsa da zamanla kendi gerçekliğini fark etmesini sağlıyor. İnsanın yaşadığı içsel hesaplaşma ayrıldığı yere, topraklarına geri dönme ihtiyacını derinleştiriyor.
Yurt dışındaki yaşam bazen o kadar sarar ki insanı, bir süreliğine kendi kimliğini unutur gibi olursun. Aslında bu bir çeşit kaybolma, bir tür unutulmuşluk duygusudur.
Ve o zaman, kim olduğunu, nereden geldiğini yeniden keşfetmek için yola çıkarsın. Yüzyıllardır sürgün yaşamış bir halkın bir ferdi olarak, sadece bedenen değil, ruhsal olarak da dönmek istersin. Ancak kendi topraklarında, kendi kültür ve kimliğinle yaşarsan özgürleşebileceğini anlarsın.
Ve insan, en çok kaybolduğu yerden geri döner; kendi özüne ve ait olduğu yere. Belki de bizim için özgürlük, geri dönmektir; kendi yurdumuzda yeni bir başlangıç yapmak üzere geçmişimizle buluşmaktır.
Ciwan Çelik







