Adeta her adımı ve her yönelimi güdüseldir. Soyunup attığı anlam ve duygu gücünün yerini isyana kalkışmış güdüler doldurmuştur. Açlık, cinsellik ve saldırganlık güdüleri kendisinde adeta şaha kalkmıştır.
Yaşamın yerinde sayan hızlandırılmış bir hareket içinde zaman öldürmeye indirgendiği kapitalizmin postmodern evresi tipik bir Ebu Cehil düzenidir. Cehalet bireyci tipte zirveleşmiş, cehalet ağları tüm toplumu sarıp sarmalar hale gelmiştir.
En korkunç cehalet geçmişten kopuş üzerinde vücut bulur. Çünkü geçmişten kopuş, insanın anlam yüklü var oluş gerçeğinden kopuştur, insanı insan yapan değerler ve özelliklerin yitirilişidir, toplumsal bir varlık olan insanın toprağa verilişidir. İnsan kendi güdülerine hâkim oldukça ve güdüleri tarafından yönlendirilen bir varlık olmaktan çıktıkça insanlaşır.
Buna karşılık postmodern kişilik ayaklandırılmış güdüler makinesini andırır. Onun adeta her adımı ve her yönelimi güdüseldir. Soyunup attığı anlam ve duygu gücünün yerini isyana kalkışmış güdüler doldurmuştur. Açlık, cinsellik ve saldırganlık güdüleri kendisinde adeta şaha kalkmıştır.
Güdüsellik ve reflekse dayalı hareketin hayvanların doğal özelliği olduğu iyi bilinir. Doğal olan her şey kendine özgü bir anlam gücüne sahiptir. Bu yüzden hayvan neden içgüdüsel ve reflekse dayalı eylemde bulunuyor diye kızıp öfke duymayız.
Hatta kızdığımız ve öfke duyduğumuz şey hayvanın doğadan koparılması, örneğin vahşi bir kaplanın ehlileştirilip sirkte bir görsel eğlence aracına dönüştürülmesidir. Çünkü burada hayvanın doğasına yapılmamasını düşündüğümüz bir müdahale vardır.
Ama insan söz konusu olduğunda aynı yaklaşımı göstermeyiz. Güdülerine esir düşen insan bizim gözümüzde düşkün bir varlık halini alır ve kınamamızın hedefi olur. Düşünsellik insana ve güdüsellik de hayvana özgüyse, bunlar onların doğalarını yansıtıyorsa, o zaman güdülerince yönlendirilen insanın hayvanlaştığını söylememiz hiç de doğru olmaz.
Ortaya çıkan tip hayvandan daha başka bir şeydir, özünde bir hilkat garibesidir, ucube bir varlıktır. Çünkü kendi doğasının temel özelliklerinden kopmuş, kendisi olmaktan çıkmıştır. Böylesi ucube bir varlığın sahneye çıkarılıp insan diye ortalığa salınması kapitalizmin eseridir. Kapitalizm insansızlaşma temelinde yükselen bir rejimdir; yani insan kendi doğasıyla var oldukça kapitalizm var olamaz.
Bu nedenle ömrünü mümkün olduğu ölçüde uzatmak isteyen kapitalizm, giriştiği insansızlaşma eyleminde derinleşmek zorundadır. Bu da yetmez. İnsansızlaşmayı yitik insanlığın yerine geçirip yaşanması gereken insanlığın bu olduğuna başkalarını ikna etmek zorundadır.
Bu da muazzam bir beyin yıkama ameliyesini kesintisiz bir biçimde sürdürmesini gerektirir. Bu anlamda ideolojik savaşımı en temel savaşım düzeyinde ele alıp uygulamasını gerekli kılar.
Dolayısıyla yalana ve hileye dayalı devletçi sistem gerçeği kapitalizmde alabildiğine doruklaşır. Bu sistemde ideolojik olarak insana nüfuz etmek demek, insanı yalana inandırmak, yalanı gerçek diye benimsemesini sağlamak, yalanlardan örülü bir yaşama en özgür yaşam olarak sarılmasını başarmak demektir.
İnsanlık tarihinin hiçbir döneminde kapitalizm altında olduğu kadar köleliğe alıştırılmadı. Kölelik tarihin hiçbir döneminde bu denli genelleşerek içselleştirilmedi. İnsan hiçbir zaman bu denli yol gerçeğinin dışına savrulmadı, bu ölçüde yoldan çıkmadı ve bu kapsamda insanlıktan uzaklaştırılmadı; zulüm ve zorbalık sistemin insansızlaştırması karşısında bu denli duyarsız ve ilgisiz kılınmadı.
Bu açıdan günümüz kapitalizm dünyası dinsel kitapların ‘Deccal gelecek’ dediği koşulları yansıtmaktadır.
Bedensel olarak efendiye ait olan ilkçağın köleleri için kölelik esasta bununla sınırlıydı; çoğunun ruhu özgürdü ya da ruhlarını özgür tutmaya çalışıyorlardı.
Belleklerinde geçmişin anıları taptazeydi. Onlar devletçi toplumun kendilerini dışlayan yapısına karşılık koparıldıkları ana kadının kapsayıcı olan toplumsal yaşamını özlemle anıyorlar, yeniden bu topluma dönüşün hayalleriyle yaşıyorlardı.
Özgürlük sözcüğünü bile bu ana kadın toplumuna dönüş özleminden çıkarmışlardı; özgürlük demek anaya dönüş demekti.
Yüz binlerce yıla yayılan doğal komünal toplum yaşamının içinde kendiliğinden var olan ve toplumun hafızasına kazınan özgürlük ve eşitlik değerleri köleleştirilmiş insanda açığa çıkıyor, kavramlaştırılıp muazzam bir direnme gücüne dönüştürülüyordu.
Günümüz bireyci tipinin burun kıvırıp hep aşağıladığı ve ilkel deyip horladığı bu insanlar için özgürlüğün bu ölçüde paha biçilmez bir değeri vardı. Oysa onlar için yaşamın yolu özgürlük yoluydu.