Devletin yüz yıllık inkar ve asimilasyon politikaları, Kürt toplumunda derin yaralar açmıştır. Bu yaraların onarılabilmesi için Kürtçenin eğitim dili olarak tanınması, anayasal güvenceye alınması ve eğitim sisteminde tam anlamıyla uygulanması şarttır.
Türkiye Cumhuriyeti’nin ulus-devlet inşa süreci, farklı kültürel kimliklerin varlığını reddeden tekçi bir zihniyet üzerine kurulmuştur. Bu zihniyetin en somut hedeflerinden biri Kürt kimliğinin inkarı ve imha hedefi olmuştur.
1925 tarihli Şark Islahat Planı, devletin Kürtlere yönelik yaklaşımının özünü ortaya koyar: Kürt dili yasaklanacak, Kürt kimliği görünmez kılınacak, Kürt toplumu Türk ulus kimliğine zorla asimile edilecektir. Bu plan, güvenlikçi bir tedbir olmaktan ziyade, Kürtlerin toplumsal ve kültürel varlığını imha etmeye yönelik kapsamlı bir strateji olarak tasarlanarak uygulanmıştır.
Daha sonraki yıllarda çıkarılan yasalar, yayımlanan genelgeler ve uygulanan idari kararlarla Kürtçenin kamusal alanda kullanımı tamamen yasaklanmış; hatta Kürt çocuklarının anadillerinde eğitim görmesi “suç” sayılmış, talep edenler cezalandırılmıştır.
1980 askeri darbesi sonrasında ise bu baskılar zirveye ulaşmış, Kürtçe konuşmak hatta türkü söylemek bile cezalandırılmıştır. Kürt diline dönük bu eşi görülmemiş yasaklar, “tek millet, tek dil, tek bayrak” sloganıyla meşrulaştırılmıştır. Oysa gerçekte yapılan şey, milyonlarca insanın kendi diliyle düşünme, konuşma ve öğrenme hakkını gasp ederek insanlık suçu işlemekten başka bir şey değildir.
Açık ki Kürtçenin eğitim dili olarak tanınmaması, bir pedagojik sorun olmaktan öte, bir kimlik imha politikasıdır. Devletin dil politikaları, Kürt halkını kendi anadilinden kopararak onları “eksik vatandaş” konumuna mahkûm etmiştir.
Dolayısıyla tarihsel olarak Kürtçenin yasaklanması, modernleşme ya da ulus-devlet gerekçeleriyle açıklanamaz; bu politikalar bilinçli bir şekilde Kürt kimliğini ortadan kaldırmayı hedefleyen sistematik bir inkar ve asimilasyon stratejisidir.
Türkiye’de Kürtçe eğitim hakkı, halen sistematik biçimde inkâr edilmekte ve her alanda engellenmektedir. Anayasa’nın 42. Maddesi, “Türkçeden başka hiçbir dilin eğitim ve öğretim kurumlarında ana dil olarak okutulamayacağı” hükmü, Kürtçenin eğitim dili olarak tanınmasının önünü tamamen kapatmaktadır.
Şüphesiz bu madde, yalnızca Kürtçeye karşı değil, ülkedeki tüm anadillere karşı açık bir yasak niteliği taşımaktadır; fakat en ağır ve yıkıcı etkisini, nüfusunun milyonlarla ifade edildiği Kürt toplumunda göstermektedir.
Devletin son yıllarda “çözüm” olarak sunduğu seçmeli ders uygulaması ise Kürtçe eğitim talebini karşılamaktan çok uzaktır. Birkaç saatlik seçmeli derslerle milyonlarca Kürt çocuğunun anadilinde eğitim görme hakkı yerine, göstermelik bir çözüm üretilmiştir. Üstelik bu dersler birçok okulda öğretmen yetersizliği bahanesiyle açılmamakta, açıldığında ise pedagojik bütünlüğü olmayan dağınık bir program olarak sunulmaktadır. Dolayısıyla devlet, Kürtçe eğitim hakkını fiilen tanımadığı gibi, seçmeli ders uygulamasıyla bu hakkı “tüketilmiş” göstermeye çalışmaktadır.
Belediyeler ve sivil toplum kuruluşları tarafından açılan Kürtçe kreşler ve kurslar da sürekli kapatılmış, yöneticileri hakkında davalar açılmıştır. Yani Kürtçenin eğitim dili olması bir yana, gönüllü girişimler dahi kriminalize edilmiştir.
Bu durum, devletin anadil hakkına yaklaşımının ne kadar ideolojik ve baskıcı olduğunu açıkça göstermektedir. Kürtçe eğitimi bir hak değil, bir “tehdit” olarak gören bu anlayış, aslında Cumhuriyet’in kuruluşundan bu yana değişmemiştir; sadece biçim değiştirmiştir.
Bugün Türkiye’de milyonlarca Kürt çocuğu, anadilinde eğitim alamadığı için eğitim hayatına dezavantajlı başlamaktadır. Anadiliyle konuştuğu için okulda “yanlış” kabul edilen bir çocuk, erken yaşta kendi kimliğini sorunlu, eksik ve değersiz görmeye zorlanmaktadır.
Devletin İnkar Politikalarının Toplumsal Sonuçları
Kürtçenin eğitim dili olarak yasaklanması, Kürt toplumunun bütün yapısını sarsan derin bir toplumsal yaradır. Devletin inkar ve asimilasyon stratejileri, Kürt halkının kültürel hafızasında telafisi zor travmalar bırakmış, nesiller arası kimlik aktarımını ciddi biçimde kesintiye uğratmıştır.
Her şeyden önce, Kürt çocukları anadillerinde eğitim göremedikleri için okula başladıkları andan itibaren pedagojik eşitsizlikle karşı karşıya kalmaktadır. Anadili Türkçe olmayan milyonlarca Kürt çocuk, bilmediği bir dilde eğitim almak zorunda bırakılmakta, bu durum onların akademik başarılarını doğrudan düşürmektedir.
Erken yaşta yaşanan bu dil bariyeri, çocukların eğitim hayatında başarısızlık, özgüven kaybı ve okuldan kopma gibi sonuçlara yol açmakta; dolayısıyla Kürt toplumunun eğitimdeki dezavantajı yapısal hale getirilmektedir.
İkinci olarak, bu politikalar Kürt kimliğinde derin bir aidiyet krizine yol açmaktadır. Anadiliyle konuştuğu için okulda cezalandırılan ya da aşağılanan bir çocuk, kendi dilini ve kimliğini değersiz görmeye zorlanmakta; bu durum bireysel düzeyde psikolojik travmalar yaratırken, kolektif düzeyde bir kimlik kırılmasına sebep olmaktadır.
Üçüncü olarak, Kürtçenin eğitimden dışlanması toplumsal eşitsizliği kalıcı hale getirmektedir. Anadiliyle eğitim göremeyen bir toplum, akademik ve mesleki alanlarda geride bırakılırken, devlet tarafından marjinalleştirilmiş bir sınıf haline getirilmektedir. Bu, ekonomik, sosyal ve siyasal hayatta Kürtlerin sürekli “ikinci sınıf” yurttaş konumunda tutulmasının en etkili araçlarından biridir.
Son olarak, devletin inkâr politikaları Kürt halkında bir direniş refleksi de yaratmıştır. Her baskı, aynı zamanda kültürel hafızayı sahiplenme ve dili yaşatma çabasını güçlendirmiştir. Kürt edebiyatı, müziği, medyası ve sivil inisiyatifleri, devletin asimilasyon politikalarına karşı güçlü bir karşı duruş sergilemiştir.
Dolayısıyla Kürtçe eğitim hakkının engellenmesi, sadece pedagojik veya kültürel bir mesele değildir; doğrudan doğruya Kürt halkının kimliğine, onuruna ve varoluşuna yönelmiş bir saldırıdır.
Toplumsal Direniş ve Kimlik Mücadelesi
Kürtçenin eğitim dili olarak yasaklanmasına karşı Kürtler boyun eğmemiş; dilini, kültürünü ve kimliğini korumak için farklı alanlarda güçlü bir direniş hattı örmüştür. Özellikle son elli yılda çok büyük bedeller pahasına tarihte eşine az rastlanır bir mücadele yürütmüştür.
Kürt aydınları, akademisyenler ve sivil toplum örgütleri, uzun yıllardır anadilde eğitim hakkı için çeşitli kampanyalar yürütmektedir. “Anadilimde Eğitim İstiyorum” kampanyaları, Kürt ailelerin çocuklarını sembolik olarak Kürtçe okullara kaydetme girişimleri ve Kürtçe kreşlerin açılması bu mücadelenin en görünür örneklerindendir.
Her defasında devlet tarafından kapatılan bu girişimler, bir yandan Kürt toplumunun hak arayışını ortaya koyarken, diğer yandan devletin bu hakkı tanımamak için ne denli sistematik bir baskı uyguladığını da gözler önüne sermektedir.
Eğitim hakkı engellense de Kürtçe, edebiyat, müzik, tiyatro, sinema ve medya aracılığıyla yaşamaya devam etmiştir. Kürtçe romanlar, şiirler, şarkılar ve tiyatro oyunları, dilin sadece gündelik hayatta değil, kültürel ve sanatsal alanda da bir direnç mekânı haline geldiğini göstermektedir.
Kürt siyasal hareketi, anadilde eğitimi daima temel taleplerinden biri olarak görmüştür. Parlamento zemininde, yerel yönetimlerde ve uluslararası platformlarda Kürtçenin eğitim dili olması sürekli gündeme getirilmiştir.
Bütün bu direniş biçimleri, Kürt halkının kolektif belleğinde güçlü bir kimlik sahiplenmesine dönüşmüştür. Yasaklara rağmen Kürtçe konuşmaya devam eden aileler, çocuklarına ninniler, masallar ve hikâyeler yoluyla dili aktaran kadınlar, köy meydanlarında söylenen şarkılar ve ağıtlar, aslında devletin bütün inkâr politikalarına karşı sessiz ama derin bir direnişin taşıyıcılarıdır.
Dünyadan Örnekler
Kürtçe eğitim hakkının reddi, yalnızca Türkiye’nin iç politikasıyla açıklanamaz; aynı zamanda uluslararası hukuk ve dünya örnekleriyle kıyaslandığında devletin ne kadar geri ve baskıcı bir pozisyonda durduğunu da ortaya koymaktadır. Bugün pek çok ülke, çok dilli toplumsal yapısını korumak ve kültürel çeşitliliği yaşatmak için anadilde eğitim hakkını anayasal güvence altına almıştır.
İspanya’da Baskça ve Katalanca, eğitim dili olarak tam anlamıyla tanınmakta; çocuklar kendi anadillerinde öğrenim görmenin yanı sıra İspanyolcayı da ikinci dil olarak öğrenmektedir.
Benzer şekilde Birleşik Krallık’ta Galce, İskoçya’da ise İskoç Gaelcesi eğitim programlarının ayrılmaz bir parçasıdır. Bu örnekler, çok dilli eğitimin devletin “birliğini” bozmadığını, aksine demokratikleşmeyi ve toplumsal barışı güçlendirdiğini kanıtlamaktadır.
Öte yandan Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi, çocuğun kendi kültürünü, dilini ve kimliğini yaşatma hakkını açıkça tanımaktadır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin içtihatları da, anadilinde eğitimin temel bir insan hakkı olduğunu defalarca vurgulamıştır.
UNESCO ise anadilde eğitimin, çocukların bilişsel gelişimi ve akademik başarısı için vazgeçilmez olduğunu belirtmektedir.
Türkiye bu sözleşmelerin pek çoğuna taraf olmasına rağmen, yükümlülüklerini sistematik olarak ihlal etmektedir. Türkiye’nin resmi söylemi, “tek dil” dayatması ulusal bütünlükle ifade edilmektedir. Oysa tüm bu örnekler, bunun tamamen yersiz bir gerekçe olduğunu açıkça göstermektedir.
Kürtçenin eğitim dili olarak tanınmaması, ne pedagojik ne de hukuki açıdan savunulabilir; bu tamamen ideolojik ve politik bir tercihtir. Türkiye, kendi imzaladığı uluslararası anlaşmaları hiçe sayarak Kürt halkının en temel haklarını gasp etmektedir.
Sonuç olarak, dünyada çok dilli eğitim demokratikleşmenin bir göstergesi olarak yaygınlaşırken, Türkiye’nin Kürtçe eğitim hakkını reddetmesi kabul edilemez. Kürt sorununun barışçıl yolla çözümünün gündemde olduğu böylesi bir süreçte, Kürtçe eğitim hakkı derhal tanınmalıdır. Aksi durumda gerçekçi bir çözümden söz edilemez.
Kürt halkının kendi dilinde eğitim görme hakkı tanınmadığı sürece, eşit yurttaşlık söylemleri, toplumsal barış iddiaları ve demokratikleşme çabaları boş bir retorikten ibaret kalacaktır.
Devletin yüz yıllık inkar ve asimilasyon politikaları, Kürt toplumunda derin yaralar açmıştır. Bu yaraların onarılabilmesi için Kürtçenin eğitim dili olarak tanınması, anayasal güvenceye alınması ve eğitim sisteminde tam anlamıyla uygulanması şarttır.
Kürtçe eğitim hakkı talebi, devletten bir “ayrıcalık” istemek değil; en temel bir insan hakkının iadesini istemektir. Bu talep, Kürt halkının kültürel hafızasını, kimliğini ve varoluşunu koruma mücadelesinin özüdür.
Türkiye’nin demokratikleşmesi, ancak bu talebin tanınmasıyla mümkündür. Çünkü dilini yasakladığınız, eğitimini engellediğiniz, kimliğini inkâr ettiğiniz bir halka “eşit yurttaş” muamelesi yapamazsınız, dolayısıyla kardeş olamazsınız.
Botan Barik