İktidarın söylem düzeni, halkı kin ve düşmanlığa teşvik etmek ile ifade özgürlüğü arasındaki sınırları muğlaklaştırıyor. Foucault’nun şu sözü durumu özetler nitelikte: “İktidar konuşmayı engellemez; konuşulabilir olanı yeniden şekillendirir.”
Ülkede sık sık yaşadığımız sansür, erişim engeli, kısıtlama ve hatta yayın organlarına dönük silahlı saldırılar bizlere ifade özgürlüğümüzün var olup olmadığını sorgulatıyor. Geçtiğimiz günlerde Evrensel Gazetesi’nin uğradığı silahlı saldırı, yakın zamanda Leman dergisine yönelik hedef göstermeler, Yeni Yaşam ve Xwebûn gazetelerine, Ajansa Welat’a, kimi dergi ve kişilerin sosyal medya hesaplarına gelen erişim engelleri “İfade özgürlüğümüz nerede?” dedirtiyor.
İfade özgürlüğü, bireylerin ya da toplulukların düşünce ve görüşlerini herhangi bir engelle karşılaşmadan dile getirebilmesidir. Bu, en temel insani haklardan biridir ve İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi başta olmak üzere birçok ülkenin yasalarında güvence altına alınmıştır. Kendini ifade edememek ise en ağır esaret anlamına gelir. Çünkü insan yaşamının büyük bir bölümü kendini ifade etme ihtiyacından doğar; hatta yaşamın kendisi en geniş anlamıyla bir kendini ifade etme olayıdır. Bu nedenle ifade özgürlüğü yalnızca basın-yayın faaliyetleri kapsamında düşünülemez.
Anayasanın 26. maddesine göre “Herkes düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak yayma hakkına sahiptir.” Ancak kâğıt üzerinde tanınan bu hak, pratikte her gün ihlal ediliyor. İfade özgürlüğü temel bir haktır ve toplumun gelişip ilerleyebilmesi için de şarttır. Çünkü açıktır ki fikirleri bastırmak, doğruyu bulmayı engeller.
İfade özgürlüğü ve Anayasa’nın 216. maddesi “halkı kin ve düşmanlığa tahrik” suçlaması arasındaki çizgiyi yeniden ele almak gerekir. Bir söz ancak açıkça ve doğrudan bir kişiye veya bir topluma zarar verme riski taşıyorsa tehdit veya suç sayılabilir. Bunun dışındaki durumları bu maddeyle bağdaştırmak kabul edilemez bir tutumdur. Bugün yaşanan tüm keyfi yasakların ve sansürlerin neredeyse tamamı bu temele dayandırılıyor.
İçinde bulunduğumuz çağ bize birtakım çerçeveler çizmiş durumda ve biz bunları aşamıyoruz. Adeta bir özgürlük yanılsaması içindeyiz. Anayasa bizlere kendimizi ifade etme, fikirlerimizi beyan etme olanağı sağlarken, aynı zamanda belirli söylemlerimizi bastırmak için de kullanılıyor. Bu çelişkili durum sadece Türkiye’ye özgü değil; dünya çapında geçerlidir.
Örneğin, geçtiğimiz yıllarda Fransa’daki Charlie Hebdo mizah dergisine yapılan silahlı saldırıda 12 kişi hayatını kaybetmişti. Bu olay, dünya çapında ifade özgürlüğü tartışmalarını yeniden gündeme getirdi. Açıkça görüldüğü gibi kendilerini özgürlüğün ülkesi olarak tanımlayan Amerika ve Avrupa ülkelerinde de sistem benzer şekilde işlemektedir.
İktidarın söylem düzeni, halkı kin ve düşmanlığa teşvik etmek ile ifade özgürlüğü arasındaki sınırları muğlaklaştırıyor. Foucault’nun şu sözü durumu özetler nitelikte: “İktidar konuşmayı engellemez; konuşulabilir olanı yeniden şekillendirir.”
Yaşadığımız bu durumun bilincinde ve farkında olmalıyız. İrademizin, fikirlerimizin yok sayıldığını ve bir yanılsama içinde yaşadığımızı fark etmeli; yaşamı bu doğrultuda yönlendirmeliyiz. İfade özgürlüğünün sınırlarının belirlenmesi ile iktidar ilişkilerindeki bağlantının iyi kavranması gerekir. Çünkü hangi söylemimizin meşru kabul edileceğine kimin karar verdiği sorusu, nasıl bir toplumda yaşamak istediğimizin cevabını da içinde barındırır.
Hoşça ve özgür kalın.
Sedef Bozdağ