Özgürlük ve demokrasinin ülkesi! Dünyaya adalet ve özgürlüğü getirecek olan ülke; Amerika Birleşik Devletleri! Ekonomi, savunma, sinema vb. alanlarda dünya lideri olan ülke. Evet; ekonomisiyle, askeri gücüyle tüm dünyaya meydan okusa da, tüm dünyaya demokrasi, adalet ve özgürlüğü getireceğini iddia etse de gerçeği orada yaşayarak görmek en büyük hayal kırıklığını ve ruhsal bunalımı kendisiyle birlikte getirdi.
Mardin’de doğmuş, büyümüş, farklı şehirlerde farklı bölümlerde üniversite okumuş bir genç olarak Amerika’ya gidip hayatımı değiştirme düşüncesine kapıldım ve düşüncemin peşinden bir yola girdim. Amerika’nın yanıltıcı yüzüne kapıldım ve binbir zorlukla geçen bir süreçten sonra Amerika’ya vardım. Buradaki yaşadıklarımın çok kısa bir bölümünü sizlerle paylaşmaya çalışacağım.
Amerika’ya ilk geldiğimde heyecan, korku, merak, sevinç gibi birçok duyguyu sanırım aynı anda yaşıyordum. Buraya Meksika üzerinden giriş yapmak zorundasınız. Meksika; yolsuzluğun, rüşvetin, mafya düzeninin ve sınıfsal farklılıkların çok uç yaşandığı bir ülke. Böyle bir ülkeden kapitalizmin kalbinin attığı ülkeye giriş yapıyorsunuz ve girişte ne ile karşı karşıya kalacağınızı bilmiyorsunuz.
Tabi ilk aşama hiyerarşi düzenini kabul ettirmek oluyor. Nasıl mı? Sınır görevlileri daha giriş yapıldığı gibi Amerika hiyerarşisini uygulamaya başlıyorlar. Sıraya alınıyorsunuz, isteklerine göre saatlerce bekletiliyorsunuz ve daha sonra toplu olarak çıplak bir şekilde, görevlilerin gözetiminde duş almak zorunda kalıyorsunuz.
Duştan sonra elleriniz ve ayaklarınız kelepçelenip hapse gönderiliyorsunuz ya da otobüse bindirilip salınıyorsunuz. Ta sınırdan başlıyor kapitalizmin kendini dayatması ve hiyerarşisini, gücünü kabul ettirmesi.
Günlük yaşamdan bir örnek vermek isterim. Sosyal yapı o kadar zayıf ki mükemmel bir doğası ve temiz bir çevresi olmasına rağmen dışarıda birlikte yürüyen iki insan görmeniz çok nadirdir. Çünkü herkes kapısını kilitlemiş, kendi yalnızlığında demleniyor ve kendi kendini tüketiyordur. Kapitalizm o kadar insanı yalnız ve kimsesiz bırakıyor ki hemen hemen her evde bir köpek ya da kedi vardır. Çünkü burada insanlar birbirlerinden daha fazla evlerine hapsettikleri güzelim hayvanlara güveniyorlar.
Ve maalesef, o kadar yalnızlar ki koskoca mükemmel mimariye sahip evlerinde tek başlarına ölüyorlar. Nasıl mı ölüyorlar, onu da söyleyeyim: Eğer köpek besliyorsa köpeği de onunla beraber ölüyor. Çünkü kimse kimsenin kapısını çalıp “Bugün nasılsın?” diye sormuyor.
Belki de bu şekilde ölmek biraz daha iyi. Çünkü kedisi olan biraz daha şanssız maalesef. Öldükten sonra kedisi acıkınca kendi sahibini yiyiyor. Bu beni gerçekten çok derinden etkileyen bir durum.
Düşünsenize, ölümünüzü bile ancak evinizden çıkan cesedinizin kokusundan anlayabiliyorlar. Düşünsenize yere göğe sığdıramadığımız dünyanın en güçlü (!) ülkesinin insanları, evet, maalesef yalnız ve böylesi acınası bir durumda ölüyorlar.
Ve daha anlatabileceğim bir sürü konu var: Kolu kırılan arkadaşımın hastane masrafları, bir hafta çalışmadığında aç, susuz ve evsiz kalma gerçeği, sokaklarda çok rahat bir şekilde uyuşturucu ve fuhuşun yapılması, gelir adaletsizliği, polis şiddeti ve polisler tarafından sürekli bir ırkçılığa maruz kalma.. Ve daha nice konular…
İşte ben de çok büyük hayallerle geldiğim bu özgürlükler ülkesinde en azından neyin özgürlük olmadığını anladım. Sözde ve şekilde söylenen ve görünen her şeye kanmamayı öğrendim. Belki benim için ağır ve zorlu bir öğrenme süreci oldu ama ilk fırsatta kendi toprağıma, kültürüme dönüp “Nasıl Yaşamalı?” sorusuna daha doğru, iyi ve güzel bir cevap bulabileceğim dersler çıkardım.
Mehmet Çiçek