Eğer bu çağın bir devrimi olacaksa, bu devrim kadınla başlayacaktır. Kadının yeniden özne olduğu bir toplum, yalnızca kadınlar için değil, tüm insanlık için bir kurtuluş kapısıdır.
Kadın katliamı mı dediniz? Hayır, bu sistematik erkekliktir.
Bugün bir kadın daha öldürüldü. Yarın başka bir kadının adı daha haber sitelerinde kısa bir süre yer bulacak, ardından unutulacak. Fail yine tanıdık biri olacak: eski eş, sevgili, baba ya da kardeş. Medya aynı cümleleri tekrar edecek: “Bir kadın daha katledildi.” Devlet, kamuoyu baskısıyla birkaç açıklama yapacak. Ama kimse neden sorusunu gerçekten sormayacak. Çünkü bu ölümler bireysel değil, sistematiktir. Çünkü bu katliamlar bir “şiddet patlaması” değil, devletleşmiş erkekliğin tarihsel sürekliğidir. Ve gerçek şudur: Kadınlar bir erkek tarafından değil, iktidarcı, egemenlikçi, cinsiyetçi bir erkeklik ideolojisi tarafından öldürülüyor.
Bu sistem yalnızca bugüne ait değil. Kökleri binlerce yıl öncesine, ataerkil uygarlığın doğuşuna kadar uzanır. Kadın; tarih sahnesinden zorla düşürülerek dış güç, yoldan çıkaran, günahın kaynağı, öteki ilan edildi. Kadim bilgeliği, toplumsal üretimdeki kurucu rolü ve kolektif aklı bastırıldı. Tanrıçalar susturuldu, erkek tanrılar konuştu. Kadının yaşam verdiği toplumlar yerini erkeklerin savaşla yönettiği devletlere bıraktı. İktidar kurulduğu anda kadın hedef alındı.
Bu inşa süreci doğal değildir. Kadının özgür iradesi bastırılarak toplum kontrol altına alındı. Erkek sadece kadına değil, onun temsil ettiği yaşamsal değerlere de savaş açtı. Bu savaşın adına “medeniyet” dendi. Ama gerçekte yaşanan, toplumsal doğaya karşı inkârdı. Bugün yaşanan kadın cinayetleri, işte bu tarihsel bastırma zincirinin devamıdır. Her öldürülen kadın, devletleşmiş erkekliğin güncel bir uygulamasıdır. Her sessizlik, bu sistemin suç ortaklığıdır. Her unutuş, erkekliğin ideolojik zaferidir.
Kadın yalnızca bedeniyle değil, düşüncesiyle, iradesiyle, örgütlülüğüyle de hedef alınıyor. Düşüncesi susturuluyor. İradesi kriminalize ediliyor. Örgütlenmesi tehdit sayılıyor. Hakikat arayışı “bölücülük” ya da “aile düşmanlığı” olarak yaftalanıyor. Çünkü erkeklik, bu sistemin ideolojik biçimidir ve kadınsız bir iktidar hayaliyle kendini yeniden ve yeniden kurar.
Bu nedenle yaşanan her kadın ölümü, sistemsel bağlamından koparıldığı ölçüde, kadın kırımının üzeri örtülmüş olur. Kadın kırımının bilincinin oluşması engellendiğinde, sistemin çözümsüzlüğü de gizlenmiş olur. Bu bir şiddet değil, bu bir uygarlık sorunudur. Ve bu uygarlık, kadını susturmak, yalnızlaştırmak ve yok etmek üzerine kurulduysa onu yıkmak için geçici çözümler değil, köklü bir zihniyet devrimi gerekir.
Bu devrim ne sadece kadınlara “güçlenin” demekle olur ne de faillere yönelik ceza artırımlarıyla. Bu devrim, kadın merkezli yeni bir toplumsallık inşa etmekle mümkündür. Çünkü kadın özgürleşmeden toplum özgürleşmez. Ve toplum özgürleşmeden insanlık kendini yeniden kuramaz. Bu noktada kadın, kendi savunma sistemini oluşturarak varlığını sürdürerek toplumsallığı koruyup inşa edebilir. Kadının kendini savunması yalnızca “kadını korumak” değil; hakikati savunmak, toplumu savunmaktır.
Kadının öldürüldüğü bir toplumda adalet olmaz. Kadının konuşamadığı bir sistemde hakikat barınmaz. Kadının örgütlenemediği bir yaşamda özgürlük kurulamaz. O yüzden bizim meselemiz yalnızca “kadın cinayetleri” değil. Bizim meselemiz erkekliktir. Devletleşmiş, kurumlaşmış, meşrulaştırılmış erkeklik ideolojisidir. Ve bu ideoloji, ancak köklerinden sorgulandığında ve tarihsel olarak mahkûm edildiğinde aşılabilir. Eğer bu çağın bir devrimi olacaksa, bu devrim kadınla başlayacaktır. Kadının yeniden özne olduğu bir toplum, yalnızca kadınlar için değil, tüm insanlık için bir kurtuluş kapısıdır.
Ve işte bu yüzden; kadın kurtuluşu bir kimlik meselesi değil, bir sistem meselesidir. Bir “hak” değil, bir varoluş mücadelesidir. Ve bu mücadele, bir halkın tarihsel iddiasıyla birleştiğinde gerçek bir devrime dönüşür.
Rojevin Çiçek