Bilmek, seçim yapabilir duruma gelmek demektir. İnsan hayır ya da evet diyebiliyorsa, bu onun bir seçimde bulunduğunu gösterir. Asıl seçim iyi ile kötü, doğru ile yanlış, güzel ile çirkin arasında yapılır.
Kadirbilir olmak, yani değer tanımak ve değere bağlılık göstermek herhalde en temel insan özelliği olsa gerek. Peki, değer nedir? Değer denildiğinde akla yalnızca mülkiyet konusu olabilecek herhangi bir nesne mi gelmeli? Örneğin değerden sadece mülkiyeti bize ait kıymetli bir eşyayı mı anlamalıyız?
Sanatçı, üçüncü göze sahip olmak ve böylece gerçeği herkesten önce görmek demektir. Shakespeare, böylesi bir sanat dehası olarak, para denilen şeyde yabancılaşmış insan ilişkilerini gördü. Bu yüzden de parayı evrensel fahişe olarak adlandırdı. Pazar ya da serbest piyasa, her türlü insan ilişkisini parayla ölçülür, dolayısıyla pazarda alınıp satılabilir hale getirdi. İnsan pazarda kendisini pazarladı, geçinmek için kendi yeteneklerini satışa çıkarmak zorunda kaldı…
İnsanın en yüce değer olduğuna kuşku yok. Ancak insan ilişkilerine paranın yön verdiği kapitalist toplum, değer olgusunu insandan alıp meta dediği nesneye yükledi. İnsanı kendi yaratımı olan nesne karşısında değersiz duruma düşürdü. Meta tanrı katına yükselirken, insan zincirsiz köle derekesine düşürüldü. Yeni put işte böyle vücut buldu ve putperestlik tüm dehşetiyle bu biçimde yeniden hortlatıldı. En zalim tanrı olarak meta, yoksulu ezdi; emekçi insanı, yaratıcı insanı zavallılaştırdı; putun hükmü altında küçülttükçe küçülttü.
Yeni Kürt insanı, bu putperestlik düzenine başkaldıran insan olarak tarih sahnesine çıktı. Bu insan, her şeyden önce değere ve en yüce değer olarak insana yabancılaştıran yaşama hayır demesini öğrendi. Değeri nesneden alıp yeniden insana teslim etti. İnsanı sahip olduğu maddi güçlerle değil, manevi ve ahlaki değerlerle değerlendirdi. Bu değerlerle donanıp silahlanmayı esas aldı ve bunu başardı.
Biz Kürtler geçmişte kendi köylerimizde yaşıyorduk. Başkalarının sahip olduklarıyla kıyaslanmasa bile, biz de ev bark, mal mülk sahibiydik. Birkaç parça tarlamız, başımızı sokacağımız bir çatı altımız, bir ailemiz vardı. Küçük şeylerin bizi mutlu kıldığına inanıyorduk. Sahip olduğumuz şeylerin sınırlarını çizdiği küçük dünyamızda sürünme tarzında yaşayıp gidiyorduk. Kendi küçük dünyamız dışında başka bir dünyanın varlığından habersizdik.
Sonra her şey değişti. Kürt Güneşi doğdu ve bizi karanlıktan aydınlığa çıkardı. Aydınlık, bilmek ve tanımak demektir. Bilgisizlik kölelik, bilgi ise özgürlüktür. Kölelik tüm değerlerden soyunmaksa, özgürlük de değerlerle donanmaktır. Değersizliği giyinip de değerle donandığını sanan insan köleden daha geridir. Aydınlık, bize bunun bilincini verdi. Bu bilinç de bizi seçim yapabilen insan düzeyine yükseltti.
Bilmek, seçim yapabilir duruma gelmek demektir. İnsan hayır ya da evet diyebiliyorsa, bu onun bir seçimde bulunduğunu gösterir. Asıl seçim iyi ile kötü, doğru ile yanlış, güzel ile çirkin arasında yapılır. Bunlardan ilkleri değer, ikinciler ise değersizliktir. Demek ki seçim yapan insan, değerlerle buluşmak isteyen insandır.
Böyle bir seçimi ve sonuçlarını Kürt köylüsünden daha iyi bilen kimse yoktur. Kürt köylüsü seçimini kimlik ve özgürlükten yana yaptı. Kimliksiz köleler topluluğu olarak yaşamayı reddedip bedelini ödemeyi göze alarak, yeni yaşama doğru yürüme yolunu seçti. ‘Namusu gasp edilmiş halk’ olmak, onlar olmaksızın yaşamın hiçbir anlamının olamayacağı değerlerden yoksun yaşamak demekti ve Kürtler namusu gasp edilmiş bir halktı. Gasp edilmiş olan namusu kurtarmak için mücadele etmenin bedeli ise evinden barkından olmak, toprağından kovulmak ve sürgüne yollanmak; açlık, yokluk ve yoksulluğun pençesine düşmek oldu. Ancak Kürt insanı kendi tercihini değiştirmedi. Zorluklar karşısında asla kararsızlığa düşmedi. Tersine, özgür yaşama kararlılığını daha da güçlendirdi.
Kürdün eski kimliksiz kölelik statüsü bir kader değil, egemenlerin dayattığı bir statüydü. Egemenler kendi eserleri olan bu statünün parçalanmasına karşı koydular. Bunun için her türlü zulüm ve zorbalığı denediler. Son olarak çareyi Kürt Güneş’ini karartmaya çalışmakta buldular. Böylece aydınlığa karşı karanlığın zaferini yeniden tesis etmek istediler. Bu uğursuz çaba hala devam ediyor…
Hazreti Ali, “Bana bir harf öğretenin kölesi olurum” diyordu. Harften kast edilen, değer tanımayı sağlayan bilinçtir. Biz sahip olduğumuz tüm değerleri Kürt Güneş’inde bulduk, tüm değerleri Ondan öğrendik. O halde bir kez daha değersizliğe hüküm giymek istemiyorsak, Güneşimize sahip çıkmalıyız. Onu sahiplenmek demek, kendi kimliğimizi, kişiliğimizi ve özgürlüğümüzü sahiplenmek demektir. Karanlığın yeniden bizi yutmasının önüne geçmek ancak böyle mümkün olabilir. Yoksa her birimiz kadir kıymet bilmeyen kimseler durumuna düşeriz.