Her çelişkili süreç, nihai cevabını özgürlükte bulur. Kişilik böyle oluşur ve o artık bütün evrensel oluşmaya bir açılma, tamamlanmadır. Bu bize okullarda öğretilen bir tamamlanma değil kuşkusuz; sınırsızlığın yaşamsal kavrayışı anlamına gelen bir tamamlanmadır.
Musa Peygamberin sorusu karşısında, tanrı kendini, kendi kişiliğini ilginç biçimde tanımlamıştı. Döndüğünde kavmine neler söylemesi gerektiğini düşünen Musa, tanrıya, “Sizin kim olduğunuzu sorduklarında, ne cevap vereyim?” diye sormuştu. Tanrının kendini tanımlayan ifadesi oldukça çarpıcıydı: “Ben, ben olanım!” Cevabın hepsi buydu.
Bu sözler, herkesteki gerçek ‘ben’in, tanrı olduğu anlamına geliyor. Kendisi olmayı başaran, tanrıdır. İşte bu da kimlik sorusuna doğru ve gerçek cevap verebilen insan demektir. Her şeyin hem kendisi, hem de ‘öteki’ olduğuna ilişkin diyalektik yargı, oluşma halindeki evrenin bu haline yol açan çelişkisini anlatmaktadır.
İnsan bireyinin hem kendisi hem de ‘öteki’ olması, özgürleşme sürecindeki temel çelişkisi oluyor. Ve çelişki, düşmanların karşı karşıya durması değil, iç içe geçmesi, savaşım sürecinde karşıtıyla bu biçimde ilişkilenerek bir yeni düzeye erişmesidir. Karşıtların birliği, böylece kaynağını bunların mücadelesinde bulur.
Şimdi sistem, dünya imparatorluğu, bir büyük çelişkiyi atlamayı, es geçmeyi umuyor. Bu çelişki, sistemin kişiliksizleştirmeye ve kimliksizleştirmeye yöneldiği insanın, yeni bir tarihsel düzeyde kişilik kazanma isteğinden kaynaklanıyor. Kişilik, doğru ve gerçek sorular soran ve kendisine yönelmiş sorulara doğru ve gerçek cevaplar veren bir bilinçli organizmadır.
Varlığımız başkaları için bir soru oluşturur: ‘Ne istiyor?’ Ve tersine, ötekilerin isteği karşısında varlığımız bir cevap oluşturur: ‘Evet’ ve ‘hayır.’
Kutsal kitaplara göre insan, tanrısal sorunun doğru ve gerçek cevabıdır:
-“Ben sizin tanrınız değil miyim?”
-“Evet.”
İnsan, evrensel yaradılışın ilk olumlamasıdır.
Soru işte böyle tersinden sorulmuştur: “Değil miyim?” Bunda bir inançsızlık ithamı mı var, bir tehdit mi, bir yakınma mı, bir sitem mi? Kendisini kendi yarattığı insanda anlamak isteyen tanrı, evrensel varlık sorusunun ilk biçimi olmalıdır. Yaratma eylemi, varoluş sorusundaki çelişkiye bir cevap arama, onu çözme istemiydi.
Ama tanrısal soru, böylece bir kimlik edinme istemine dönüşüyor: “Sizin tanrınız!” İlk soru aynı zamanda kimlik sorusuydu. Eylem, kendi öznesinin kimlik sorusuna özlü bir cevabıydı. Yaradılış, tanrının kimliğiydi. Ve sorunun bütün içerikleri, eylem, çelişki ve kimlik; bütün bunlar bir çelişki oluşturur. Çelişki eyleme, eylem kimliğe taşır ve hepsi bir oluşmayı sağlar. Oluşma, cevap ister ki, bu da kişiliğin özgürlüğüdür: “Evet!”
İnsan, tanrıyı özgür kılan bir cevaptır, tanrının özgürlüğüdür. Derler ya, insan yarım bir tanrı, tanrı tam bir insandır. Öyledir; insan, tamamlanmamış bir evrendir. Ya eksik olan nedir? Onun özgürlüğüdür elbette.
Her çelişkili süreç, nihai cevabını özgürlükte bulur. Kişilik böyle oluşur ve o artık bütün evrensel oluşmaya bir açılma, tamamlanmadır. Bu bize okullarda öğretilen bir tamamlanma değil kuşkusuz; sınırsızlığın yaşamsal kavrayışı anlamına gelen bir tamamlanmadır. Bu da ölümsüzlük anlamına gelir. Çünkü her ölüm, bir anlamama durumudur. İnsanın ölümü, onun anlayışsızlığından gelir. Oluşmayı anlayabilseydik, ölümsüz olurduk.
Doğru ve gerçek her soru, bir yaşam isteği ve ısrarıdır: “Ben… değil miyim?”