Modern dönemde Kürtlerin yaşadığı yok olma tehlikesi, sanatlarına da yansımıştır. Bu süreçte sanatlarında dile gelen şey, diriliş ve umut sanatıdır. Bir ucu yenilgi korkusu, bir ucu var olma umudu taşıyan bu durum; dönemin Kürt edebiyatında rahatlıkla okunabilir.
Derler ki insan cismiyle değil ismiyle, yani kültürüyle insandır. Kültürel bir varlık olan insan, hakikatini birçok yolla dile getirmiştir. Ancak bizce, hakikatin en iyi dile geldiği insan faaliyeti sanattır. Sanat ise hakikati açıkladığı kadar sanattır. Örneğin bir tabloda, bir kitapta, bir filmde, bir şiirde yaşamsal gerçekliğimiz ne kadar dile geliyorsa, o eseri o oranda sanatsal bulur, o oranda benimseriz.
Kürt halkının yazım, çizim, yaratım ve gösterim sanatlarında ele alınışı herhangi bir halkla bir tutulamaz. Kürt halkının sanatı, isyandan, mücadeleden, sömürge koşullarında doğan bir sanattır. Ve hakikati de burada saklıdır. Bu adeta lanetlenmiş, çorak ülkeler arasında bölünmüş halkın edebiyatını ele almak; biraz insanı, insanlığı, Ortadoğu’yu ele almak anlamına gelir.
Örneğin her kilam bir öyküyü anlatır. Hepsi de anlam arayışının, anlam verişin dile geliş biçimidir. Tıpkı tarih boyunca olduğu gibi; insan, anlam verdikçe bunu önce davranışlarıyla dışa vurmuş. Sonra sözleriyle. Daha sonra bunu resmetmiş, taşlara kazımış; heykellerle anlattıkça anlatmış. Anlatmış yaşadıklarını, yaşamak istediklerini, mücadelesini… ve tüm bunları yaşadığı anda yapmış. Sonra verdiği anlam, davranış olmuş. Söz olmuş. Yazı olmuş. Özcesi: sanat olmuş.
Sanatçı her şeyden önce kendinden verendir. Hesapsız, karşılıksız. Sanatsa hakikatin güzellik süzgecinden geçirilmesidir. Yani ifade edilen bir hakikate biçim verme işidir. Sanat ve sanatçı biraz da budur; ve bu aynı zamanda ana kadının tarifidir. İşte adına sanat denilecekse, böyledir.
Sümer yazılı tabletlerinde tanrıça Nidaba’nın edebiyat tanrıçası olarak belirlendiği bilinmektedir. Çünkü kültürel yaratımın hayata geçirilmesinde önemli ve başat araç olan edebiyatı tanrıçalık düzeyinde kutsamaları, bu işin önemini ne derece fark ettiklerini göstermektedir. Daha başından beri zalimlerin dünyasına karşı kültürel direniş, edebi yaratımın her biçimiyle kendisini toplumun yaşamında hissettirmeye ve var etmeye devam etmiştir. Yine Sümer mitolojisinden tanrıça Nanşe’nin çağrıları ve üstlendiği görev bize, tarihsel kültürel direnişin çok yönlü ve derinlikli yürütüldüğünü gösterir.
Ve tanrıça Nanşe, adeta binlerce yıllık kültürel direnişin sesi olarak şöyle seslenir
“Yetimi avutmak, dula kadını bırakmamak için / kudretlilerin yok edileceği bir yer kurmak için / güçsüzlerin kudretlileri devirmesi için / Nanşe insanların yüreğini yoklar…”
Modern dönemde Kürtlerin yaşadığı yok olma tehlikesi, sanatlarına da yansımıştır. Bu süreçte sanatlarında dile gelen şey, diriliş ve umut sanatıdır. Bir ucu yenilgi korkusu, bir ucu var olma umudu taşıyan bu durum; dönemin Kürt edebiyatında rahatlıkla okunabilir:
“Ey raqîb, her maye qewmê Kurd ziman
Naşikê û danayê bi topên zeman
Kes nebêje, Kurd dimirin, Kurd jîn dibin
Jîn dibin û qet nakeve
Ala Kurdan”
Öyle düşünüyorum ki, siyasi bir iradenin sınırlarına çarpan bu ses; bir bedduaya dönüşecek şekilde, kendi bedeniyle birlikte toprağa karışarak, Kürtlerin etrafında daralan çemberle birlikte hâlâ sanatın sınırlarına çarpıyor. Nuri Dersimî’nin Efrin dolaylarında bıraktığı anılar, feleğe bir sitem olacak kadar, mezar taşlarına son vasiyet biçiminde yazılmıştır:
“Min li ser vê rêya dijwar kir, gelek qîr û hawar
Da ji bo me jî rojek dinyayê bibe gulbihar”
Her zaman ve her yerde okunduğunda insanın içini titreten bu satırlar, belki de bizi iyi anlattığı içindir. Bir devrimciden geriye kalan en anlamlı sözler, ancak böyle olabilir. Ya mezar taşları ya da sanata konu olan anlatımlar, ilginç hallere bürünmektedir. Bir kervancı ya da ahir zamandan gelen bir müjde kuşu, Kürtlerin sanat dilinin ilginç bir ifadesi haline geldi. Ve denilebilir ki; bu dilimize yansıyan, dilimizle anlam bulan zafer nidaları sanattır…
Son olarak, Amedli bir dervişin kaleminden bir şiir bırakıyorum;
“Di hestên talanbûyî de têm gulebarandin
Tu ji tenêbûna min re dibî heval
Ji nişkava serê xwe datînî ser sînga min…
Berê xwe didim kîjan milî tu tê ber çavê min
Ji xwe evîna te jî mîna êvina welatê min qedexe bû
Gelo evîn qedexe dibe?
Awazên evîndarên birindar dilê min dorpêç dike
Li çola sehra li Leyla digerim
Li Zagrosan li Binefşa Narîn
Li Sîpanê Xelatê li Xecê
Di zindanên tarî de Zîn
Dibim Ferhat li çiyayan…
Bila xweliya laşê min biweşînin axê
Belkî dîsa weke dewranê berê heskirin bibişkive
Û di kulîlkeke çiyayî de bigihêje evîna min”
Derya Polat