Sosyalizm, emek sömürüsüne, sınıf eşitsizliğine ve kapitalist barbarlığa karşı insanlığın geliştirdiği en köklü direniş geleneğidir. Buna rağmen sosyalizm adına yaşanan kimi deneyimler, özgürlük kadar önemli olan, hatta özgürlüğü mümkün kıllan demokrasiyi feda etmiş; halk adına kurulan yapılar, halkın dışında şekillenmiştir. Bu noktada, demokratik sosyalizm, bir öneri olmaktan öte sosyalist mücadelenin kendi içinde bir özeleştiri ve yeniden kuruluşudur.
Demokratik sosyalizm, toplumsal kurtuluşun ancak halkın doğrudan katılımıyla mümkün olabileceğini savunur. Devletçi reflekslerden uzak, hiyerarşik iktidar yapılarından arınmış bir toplumsal modeli temel alır. Bu yönüyle, klasik Marksist-Leninist çizgiden ayrılır. Çünkü demokratik sosyalizm, merkezi bir parti ya da tekil bir ideolojik öncülük yerine, çoğulculuğu, yerelliği ve halk meclislerini esas alır. Sosyalist devrimi bir iktidar ele geçirme meselesi olarak değil, toplumu iktidarın ötesine taşıma süreci olarak ele alır.
Kapitalizmin krizleri her geçen gün derinleşirken, sosyal demokrasinin reformist önerileri çökmüş; sistemle uyumlu kalınarak özgürleşmenin mümkün olmadığı açıkça görülmüştür. Bu anlamda demokratik sosyalizm, ne sisteme yamanmış bir “iyileştirme”dir, ne de halkın iradesini askıya alan bir teknokratik devrim tasarımıdır. Tam tersine, toplumun kendi kendisini örgütleme kudretine olan inancıdır.
Demokratik sosyalizmi yalnızca kapitalizme karşı bir duruş değil, aynı zamanda otoriter sosyalist modellere de bir alternatif olarak görmek gerekir. Kimi sosyalist yaklaşımlar, her ne kadar halk adına hareket etmiş olsalar da, halkın doğrudan iradesini merkeze koyamamıştır. Marksist-Leninist gelenek, devrimi merkezî bir parti aracılığıyla örgütlemeyi esas alırken, demokratik sosyalizm partiyi değil, halk iradesini merkeze alır. Leninist öncülük, kendi tarihsel bağlamında devrimci bir araç olarak önemli bir rol oynamışsa da, halkın iradesini doğrudan merkeze alamamıştır. Lenin, ”Sosyalizme giden yol, en geniş demokrasiden geçer” sözünü kurarken bu gerçeği fark etmiş olmalı. Demokratik sosyalizm, halkın kendi öz gücüne dayanarak bilinç kazanmasını ve kendini yönetmesini esas alarak buna cevap olmuştur.
Troçkist eğilimler ise sürekli devrim fikrini önceler; ancak bu devrimin halkta nasıl somutlaştığı sorusuna derinlemesine yanıt vermez. Demokratik sosyalizm ise devrimi bir süreç olarak görür. Bu süreç içinde sadece iktidarın değişmesini değil, yaşamın her alanında sosyalist ilişki ve yaşam biçimini oluşturmayı esas alır.
Anarşist sosyalistler ise devleti tümden reddeder. Bu yönüyle, demokratik sosyalizmle kimi noktalarda yakınlık gösterse de, toplumsal kurumların dönüşümünü planlama ve alternatif örgütlenme inşası konularında yeterli derinliğe ulaşamaz. Demokratik sosyalizm, halkın inşa edeceği alternatif kurumlar aracılığıyla, devletin işlevini gereksiz kılacak bir dönüşümü hedefler.
Sosyal demokrasiye gelince; bu çizgi, kapitalizmin sınırları içinde kalmaya çalışır. Piyasa ekonomisine dokunmadan adalet ve eşitlik vadeder. Oysa demokratik sosyalizm, piyasanın kendisinin bir tahakküm aracı olduğunu kabul eder ve üretim ilişkilerini radikal biçimde dönüştürmeden gerçek bir özgürlük ve eşitliğin sağlanamayacağını savunur.
Kısacası demokratik sosyalizm, sosyalizmin içini boşaltan reformizmle, halkın nefesini kesen otoriterlikle yollarını ayırmıştır. Ne yukarıdan devrimciliğe, ne aşağıdan teslimiyete boyun eğmiştir. Halkın doğrudan katılımını, toplumsal ahlakı ve ekolojik duyarlılığı bir bütün olarak ele almıştır.
Bu çerçevede Kürdistan özgürlük mücadelesi, demokratik sosyalizmin en somut ve yaratıcı örneklerinden birini inşa etmektedir. Abdullah Öcalan’ın geliştirdiği paradigma, devletin değil toplumun merkezde olduğu bir modelle, hem sosyalizmin hem de demokrasinin krizine yanıt sunmaktadır. Kürt halkı, ulusal kurtuluş mücadelesiyle beraber toplumsal adalet, cinsiyet özgürlüğü ve ekolojik yaşam için de mücadele etmektedir.
Rojava’da kurulan halk meclisleri, komünal ekonomiler, kadın öncülüğündeki yaşam alanları ve çok etnikli halklar sistemi; demokratik sosyalizmin kitap sayfalarından çıkıp sahaya indiği bir gerçekliğe dönüşmüştür. Bu deneyim, devlet olmadan da halkın özgürce örgütlenebileceğini, iktidarın alternatifi olan bir toplumsal yapılanmanın mümkün olduğunu göstermektedir.
Bu bağlamda, Kürdistan’daki demokratik direniş; sadece Kürt halkı için değil, bütün Ortadoğu halkları ve ezilen sınıflar için yeni bir özgürlük modeli yaratmaktadır. Bu model, klasik solun ve reel sosyalizmin yetersiz kaldığı demokrasinin sosyalizmin özü olduğunu, onda vücut bulacağı bir zemin olduğunu göstermektedir.
Bu anlamda demokratik sosyalizm bir hayal değil, kürdistan ve Ortadoğu’da kurulan bir hakikattir. Bu hakikatin en önemli güvencesi ise halktır; halkın inancı, örgütlülüğü ve mücadele kararlılığıdır.
Botan Ozğan