HABER MERKEZİ– Hep “bin yıllık Kürt-Türk kardeşliğinden” söz edilir. Ama bin yılın hikayesi işlenmez veya inkar ve imha siyasetinin sonucu olarak içi boşaltılmaya, yok sayılmaya dönük o kadar çok hikaye uydurulmuş ki, çoğu insan ona ikna edilmiştir. Örneğin “karda yürürken ayakların çıkarttığı ‘kart-kurt’ sesinden” Kürt yaratmışlar. Ve ardından da “Kürt-Türk kardeştir” demişler. Olmamış veya oluşmamış olandan bir kardeşliğin de olmayacağını hiç düşünmemişler, Cumhuriyet tarihi boyunca tüm topluma bunu bir hikaye olarak propaganda etmişlerdir.
Hayali anlatımlarda, hikayelerde, efsanelerde olgu ve oluşlar zamandan ve mekandan bağımsızdır. Onun için hiçbir bilimsel değeri yoktur. Genelde masal anlatımları “evvel zaman içinde, kalbur saman için bir varmış bir yokmuş” diye başlar. Tıpkı “Kürt-Türk kardeştir” denirken bile bu yönteme başvurulduğu gibi. Dolayısıyla tarihsel ve bilimsel bakımdan da herhangi bir geçerliliği de yoktur. Olmamasına rağmen böylece tarih saptırılmakta, bir halk ülkesiyle birlikte hikaye ve masalın içinde yok edilmektedir.
Devlet Bahçeli’nin yeni paradigması bu masal dünyasından çıkıp herkesi toplumsal hakikatle tanıştırmayı sağlayabilir. Temel bir yasadır; “herhangi bir toplumsal sorunu çözmeye çalışan bir mücadele, toplumsal hakikati ifade etmeksizin başarılı olamaz.” Onun için son iki yüz yılık isyan ve soykırım gerçeğinden ve özellikle son elli yıllık savaş gerçeğinden çıkıp tarihsel gerçeklerle yüzleşmek de tarihsel bir zorunluluk ve siyasal sorumluluk gereğidir. Dünyada da bunun birçok örneği bulunmaktadır. Yüz yılı bulan savaşlardan sonra yenişemeyeceğini anladıklarında sığındıkları tek adres kardeşleşme olmaktadır. Aslında inkar ve imha siyasetine başvurmadan önce de kardeşçe yaşamanın elbette imkanları bulunmaktadır. Ama kapitalist modernitenin azami kar hırsı illa savaşarak doğru yolun kapısını aralamaktadır.
Oysa gerçekten bin yıl önce Kürtlerle Türkler aynı coğrafyada birlikte yaşamaya karar vermişlerdi. Kürtler o zaman da yaşadıkları toprakların sahipleriydiler. Türkler ise Orta Asya’dan yola çıkmışlar ama kendilerine henüz bir yurt kuramamışlardı. Ortadoğu’ya ulaştıkları zaman bugünkü İran’da paralı asker olmuşlar, artları sıra gelecek olan Türki boyları beklemişlerdi. Bizans ise Anadolu’ya yerleşmiş, Kürt coğrafyasına doğru ilerliyordu. Dolayısıyla hem Kürtlerin hem de Abbasilerin Bizans’ı durdurmaya ihtiyaçları vardı. Abbasi halifesinden Sultanlık unvanı alan Selçukluların da yurt edinme ihtiyaçları vardı. Onun için ya Kürtlerin yurduna saldıracak ve işgalci bir konuma düşeceklerdi ya da Kürlerle birlikte kardeşçe yaşamaya karar vereceklerdi.
İşte bu saiklerle Sultan Alparslan Anadolu’nun kapılarını aralamak için kendisine müttefik arayışına başlamıştır. Her iki halkın önde gelenleri hem Bizans işgalinden kurtulmak hem de yeni gelenlere komşu yurt edindirmek için ittifak kurarlar. Bu amaçla Sultan Alparslan’ın Türk boylarından topladığı asker sayısı kadar Mervani Sultanlığı da 1071 Malazgirt savaşına asker katmıştır. Bizans karşısındaki bu tarihi savaşta Türkler kadar Kürtlerde yer almışlardır. Tarihi bu zaferden sonra hem Kürtler işgal tehdidinden kurtulur hem de Türkler Anadolu’yu yurt edinirler. Böylece “Kürt ve Türk kardeştir” sözünün de temelleri atılmış olur. Tarih, masalların, hikayelerin ve efsanelerin ardındaki gerçeği böyle izah eder.
Gerçekten de 1071 Malazgirt savaşından 1800’lere kadar Kürtlerle Türkler ciddi hiçbir sorun yaşamamışlardır. Hatta Osmanlı Sultanı Yavuz Selim, 1514-1517 Safevi savaşından sonra Kürtlerin Savaşta tuttukları saflardan hareketle boş bir kağıdı imzalayıp, Kürtlerin kendi statülerini belirlemelerini istemiştir. Ama Kürtler, Sultan Selim’in bu yaklaşımını “fırsat bilip” kendilerine bir statü belirlemektense birlikte kardeşliklerini güçlendirmeyi esas almışlardır. Ta ki, Osmanlı’nın Viyana kapılarında ağır darbeler alarak geri püskürtülme sürecine kadar Kürtlerle Türklerin ciddi hiç bir sorunu olmamıştır. Kurtuluş savaşının öncüleri de aynı yolu izlemiştir.
19 Mayıs 1919’daki Samsun’a çıkış aslında büyük umut arayışıdır. Bu amaçla Samsundan yola çıkılarak Kürdistan illerinde ilk görüşmeler, ilk toplantılar, ilk kongreler gerçekleştirilir. Kurtuluş savaşının bütün ilişki ve ittifakları Kürdistan coğrafyasında şekillendirilir. Nitekim Erzurum ve Sivas kongreleri de bu gerçekliği teyit ederler. Lozan’a kadar bütün resmi belgeler Kürt ve Türk halkının kardeşliği üzerinden şekillenir.
Lozan antlaşması aslında yüz yıllık inkar ve imhanın da anlaşmasıdır. Birinci dünya savaşının asıl hedefi konumunda olan Osmanlı ve Rus imparatorlukları savaşla parçalanacak, yerine Avrupa merkezi uygarlık sisteminin sömürgeleri haline getirilecekti. Ama Ekim Devrimi bütün bu hesapları bozduğundan, İngiliz sömürgeciliği alel acele Ortadoğu’da ulus devletler kurarak çekildi. Arapları yirmi iki devlete böldü. Osmanlıyı parçalayıp Kürdistan’ı dört parçaya ayırdı.
Böylece yepyeni bir isyan ateşinin fitilini ateşleyerek Osmanlının yerine biraz da proto İsrail devleti olarak Türkiye Cumhuriyetinin kurulmasına razı oldu. Yüz yıllık cumhuriyet ise İngilizlerin “böl, parçala, yönet” politikasının resmi belgesi konumunda olan Lozan antlaşmasını kendisine dayanak yaparak bin yıllık kardeşlik akdini sonlandırarak inkar ve imha siyasetinin sonucu olarak yüz yıllık soykırım uygulamalarıyla bugüne geldi.
Üçüncü dünya savaşını yaşadığımız bugün, asla dünden farklı değildir. Üçüncü dünya savaşı, birinci dünya savaşının amaçlarını yüz yıl sonra tamamlamak üzere planlanmış ve uygulamaya konulmuş bir savaştır. Yine İngiliz çıkarları esas alınarak uygulanmaktadır. Aradaki fark, birinci dünya savaşı koşullarında İngilizler dünyanın hegemon gücü iken ikinci dünya savaşı koşullarında kendi gönüllü rızasıyla ABD’ye devrettiğinden zaman zaman İngiliz ve Amerikan çıkarlarının çatlak sesleriyle karşılaşıyor olsak da aslında her şey İngiliz planı olarak işlemektedir.
Birinci dünya savaşında İngilizler Ortadoğu’da bir İsrail devleti kurmak istiyorlardı. Ekim Devrimi bu planı geriletmiş, İkinci dünya savaşından sonra girişim başlatılmış, üçüncü dünya savaşının sonunda ise bu plan tamamlanmak istenmektedir. Dolayısıyla Ortadoğu’da İsrail hegemon bir güç olarak tamamlanmak istenmektedir.
Bu bakımdan Kürt ve Türk halkları için her şey bin yıl önceki süreci tarif etmektedir. Kürt halkı; demokratik uygarlık değerleriyle devlet gibi başka aygıtlara yönelmeden tüm soykırım savaşlarına karşı kendisini korumayı başarmış bir halk olarak varlıklarını bir biçimde statüye kavuşturmak istemektedirler. Aynı biçimde Türkiye Cumhuriyeti için de üçüncü dünya savaşının gizli planları karşısında tam bir varlık-yokluk sorunu olarak gündemleşecektir.
Dolaysıyla bu emperyalist oyun ve planlamalara karşı bin yıl önce gerçekleşen kardeşlik şiarıyla karşı koyulabilir. Aksi taktirde her iki halk da çok büyük kaybedebilir. Kürt halkı yirmi bin yıllık kültürel mirasıyla varlığını kanıtlamış bir halktır. Ancak Türkiye halkı hiçbir kader savaşını kendi başına başaramamıştır. Türklerin böyle bir tarihi mirasları yoktur. Onun için tarihin kader ağları Kürt ve Türkiye halklarını birbirleriyle kardeşçe yaşamaya davet etmektedir.
Senar Viyan