HABER MERKEZİ- Kitlesel gösterilerle başlayan, boykot ve çeşitli eylemlerle devam eden öğrenci gençliğin direnişini, İmamoğlu’nun diplomasının iptaline karşı gelişen bir tepkiden ibaret olarak değerlendirmek son derece yanıltıcı bir yaklaşım olacaktır. İmamoğlu’nun diplomasının iptali ve İBB’ye dönük operasyonun, gelişen direnişi tetiklediği veya ona zemin olduğu söylenebilir. Ancak öğrenci gençliğin, yıllardır belli somut talepler temelinde yürüttüğü bir mücadelenin olduğu unutmamak gerekir. Gelişen direniş de bu mücadelenin bir halkası olarak değerlendirilmelidir.
Öte yandan, bu direnişi tamamen kendine mal etmeye çalışan sosyal şoven çevrelerin yaklaşımını da görüp teşhir etmek gerekir. Yurtsever ve sol sosyalist gençliğin direnişteki rolünü gölgelemeye çalışan bu yaklaşım kabul edilemez. Öğrenci hareketinin yıllardır demokratik-özerk üniversiteler için verdiği mücadele, yaşadığı sorunlar ve öne sürdüğü talepler ortadadır. Bu direniş de, bu mücadelenin bir devamı olarak sonuç alıncaya kadar sürecektir.
Eylem içerisindeki öğrenci kitlesi incelendiğinde, farklı siyasi görüşlerden ve toplumsal arka planlardan gelen çok sayıda öğrencinin bir araya geldiği gözlemlenmektedir. Eylem alanında, sosyalist gençlik örgütlerinden çeşitli öğrenci kulüplerine ve faşizan eğilimlere sahip bireylere kadar geniş bir yelpazede katılım söz konusudur. Katılımcı grupların birçoğu, kendi politik ya da kültürel kimliklerini bayrak, flama ve sloganlarla ifade etmeyi tercih ediyor. Aynı zamanda, bu grupların kendi ideolojik değerlerine ve sembollerine duydukları bağlılık da alanda görünür biçimde hissedilmektedir. Bu çeşitlilik içerisinde dikkat çeken bir diğer unsur ise, Türklük kavramının kendisini nefret söylemleri ve demokratik talepleri bastırmaya yönelik bir araç olarak var etmesidir. Bu durum, yer yer eylem alanında bulunan demokratik toplum mücadelesi veren gençlerin, yıllardır asimilasyon ve tecride karşı mücadele veren halkların güvenliğini tehlikeye atacak boyutlara varmıştır.
Sonraki sürece baktığımızda ise ODTÜ içerisinde, demokratik toplum çağrısından aldıkları güçle 19 Mart’ta coşkulu bir şekilde Newroz’u kutlayan, ardından eylemlere destek vermeye giden gençlerin karşılaştığı polis şiddeti üzerine, ODTÜ’lü öğrencilerin çağrısıyla başlayıp Ankara’dan taşarak birçok şehre ulaşan bir akademik boykot süreci başlamıştır. ODTÜ öğrencileri, “Polis varsa, şiddet varsa, ders yok” sloganıyla tüm üniversitelere boykot çağrısında bulunmuşlardır. Bu boykot çağrısına sahip çıkan üniversitelerin yanı sıra, Eğitim-Sen de öğrencilerle dayanışma amacıyla 25 Mart 2025 tarihinde iş bırakma kararı almış ve üniversitelerin antidemokratik kararlarına karşı öğrencilerin yanında olduğunu belirtmiştir.
Bu boykot çağrıları büyümüş 2 Nisan’da Türkiye genelinde, öğrenciler öncülüğünde bir “satın almama boykotu” başlatılmıştır. Bu boykot halk tarafından da sahiplenilerek uygulanmış ve bunun üzerine devlet, boykot çağrısı yapan kişilere karşı bir operasyon başlatmıştır. Aynı zamanda, YÖK de akademik boykota katılan idari personel ve öğrencilere adli ve idari işlem başlatacağını duyuran bir metin yayınlamıştır.
Bu süreçte, gençliğin direnişini bastırma amacıyla önce işkence ve ev baskınlarına, ardından da tutuklamalara başvuran devlete karşı, sıra arkadaşlarımızın serbest bırakılması talebiyle çeşitli eylemler ve dayanışma çağrıları örgütlenmiştir. Sosyal medyada tutuklu arkadaşlarımızın durumuna dikkat çekilerek, onların özgürlüklerine kavuşması için kampanyalar başlatılmıştır. Aileler, akademisyenler ve öğrenciler kamuoyu oluşturmuştur.
Bu eylemler değerlendirilirken unutulmamalıdır ki, sürecin kökeni 2016 yılında HDP milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılmasıyla başlayan demokratik siyasete yönelik saldırılara dayanmaktadır.
Bu adımın ardından, Kürdistan’daki belediyelere atanan kayyumlarla birlikte halk iradesi sistematik biçimde yok sayılmış; seçilmiş temsilcilerin yerlerine atama usulüyle yöneticiler getirilmiştir. Bugün Ekrem İmamoğlu’na yöneltilen suçlamalardan birinin, seçim sürecinde DEM Parti ile CHP arasında kurulan ‘Kent Uzlaşısı’na ve HDK üyeliğine bağlanmış olması, devletin hâlâ Kürt halkıyla kurulan her türlü demokratik ilişkiyi kriminalize etmeye çalıştığını açık biçimde ortaya koymaktadır. Bu tutum, kendisini nefret ve dışlayıcılık üzerinden kuran resmi Türklük anlayışının, Kürt halkını ve demokratik toplum mücadelesi yürüten kesimleri hedef almaktan vazgeçmediğini bir kez daha göstermiştir. Oysa 27 Şubat’ta yayınlanan Demokratik Toplum Çağrısı’nda ifade edildiği gibi, Türkiye halkları barışçıl, eşit ve özgür bir yaşamı birlikte kurma iradesine sahiptir. Bu eylemler ve gençliğin 1 Nisan’da başlayan yürüyüşü göstermektedir ki yapılması gereken şey, Türkiye halklarının antidemokratik süreçlere karşı bir arada olarak demokratik siyaset çatısı altında birleşmesidir.
Bir süredir devam eden kitlesel eylemler, öğrenci forumları ve dayanışma ağları açıkça göstermektedir ki; öğrenciler, yaşanan bu sürece yalnızca tepki vermekle kalmamakta, aynı zamanda bazı temel başlıklar altında somutlaşan taleplerini de dile getirmektedir. Bu çerçevede öğrencilerin kamuoyuna ve yetkili kurumlara ilettiği temel talepler şu başlıklar altında toplanmaktadır:
1) Gözaltılar son bulsun, tutuklu arkadaşlarımız serbest bırakılsın: Demokratik haklarını kullandıkları için gözaltına alınan ve tutuklanan tüm öğrenciler derhal tahliye edilsin, örgütlü mücadele yürütmenin kriminalize edilmesine son verilsin.
2) Kayyumlar geri çekilsin: Başta Kürdistan olmak üzere tüm yerellerde halkın iradesine saygı duyulsun, kayyum atamaları iptal edilsin, seçilmiş yöneticiler görevlerine iade edilsin.
3) Diploma iptali kararı iptal edilsin: Siyasi gerekçelerle verilen diploma iptali kararları iptal edilsin; üniversiteler üzerindeki siyasal müdahalelere son verilsin.
4) Kulüp ve topluluklara yönelik baskılar sonlandırılsın: Üniversitelerdeki öğrenci kulüplerinin ve topluluklarının faaliyet alanları özgürleştirilsin; idari engellemeler ve sansür uygulamaları kaldırılıp demokratik ifade alanları korunsun.
5) Örgütlenme hakkına yönelik tüm baskılar kaldırılsın: Öğrencilerin sendikal, politik ve kültürel örgütlenme haklarına yönelik her türlü idari ve güvenlik temelli müdahaleye son verilsin.
6) CİTÖK birimleri etkin bir şekilde kurulsun: Cinsel taciz ve saldırıyla mücadele için üniversitelerde CİTÖK (Cinsel Taciz ve Saldırıya Karşı Destek Birimi) yapıları; bağımsız, ulaşılabilir ve öğrenci lehine işleyen mekanizmalar olarak bir an önce hayata geçirilmelidir. Bu süreçte bir kez daha görülmüştür ki, erkek devlet anlayışı yalnızca gündelik yaşamda değil, siyasal olarak örgütlü mücadele alanlarında da kendisini hissettirmektedir. Özellikle gözaltına alınan genç kadınlara yönelik çıplak arama dayatmaları ve taciz gibi işkenceler, bu zihniyetin en somut göstergesi haline gelmiştir. Devletin güvenlik aygıtları eliyle uygulanan bu sistematik şiddet, kadınların siyasal alanda var olma hakkını hedef almakta ve erkek egemen yapıyı daha da derinleştirmektedir.
Sonuç olarak, yaşanan tüm bu süreçler bizlere bir kez daha göstermiştir ki; gençlik, yalnızca bir tepki gücü değil, aynı zamanda demokratik toplumun kurucu ve dönüştürücü öznesidir. Devletin baskı, sindirme ve kriminalize etme politikalarına rağmen üniversite öğrencileri; sokakta, kampüste, forumda ve dayanışma ağlarında yan yana gelerek ortak bir irade ortaya koymuştur. Taleplerimiz, yalnızca bugünün değil, geleceğin üniversitelerine ve toplumuna dair kurduğumuz hayalin somut karşılığıdır.