HABER MERKEZİ- Bir paradoks gibi görünse de, iletişim araçlarının hiç olmadığı kadar fazla olduğu ancak buna rağmen bir o kadar iletişim sorunu yaşadığımız bir çağda yaşıyoruz. Tarihin hiçbir döneminde böyle bir durum yaşanmamıştır. 72 dilli Babil halkının bile bize oranla daha çok birbirini anladığından emin olabiliriz. Günümüz insanlarının arasında adeta görünmez duvarlar varmışçasına söyledikleri her söz, yankılanarak yüzlerine geri dönüyor. Mahşeri kalabalıklar içinde yapayalnız hissetmek, kesinlikle çağımıza özgü bir durumdur…
Teorik anlamda aydınlatmak kadar, pratik olarak da önemle üzerinde durulması gereken bir sorundan bahsediyoruz. Nihayetinde bütün bir yaşamımızın temelinde kurduğumuz ilişkiler bulunuyor. Yaşanan mevcut iletişim sorunu, gelinen aşamada ciddi kültürel ve ahlaki sonuçlara yol açmaktadır. Gittikçe anlayışta ve hissiyatta aşınmanın geliştiği bir noktaya vardık. Aynı evin içinde birer yabancı gibi yaşar hale geldi insanlar. İnsanlık için bu durum, gerçek anlamda bir felaket anlamına gelmektedir.
Soruna dair belli tartışmalar yapılmasına rağmen somut bir tahlil ve çözüm ortaya konulamamaktadır. Sorunun vahametine bakıldığında, bu konudaki çabaların çok yetersiz kaldığı görülmektedir. Bizce bu durumun ardında esasen iki neden bulunmaktadır. Birincisi, kapitalist sistemin temel ideolojisi olan liberalizmin dayattığı korkunç bireycilik, ikincisi ise buna bağlı olarak kullandığımız dijital araçların kullanım biçimidir.
Bireycilik özünde anti-toplumculuktur. Herkesin ben dediği, biz olmanın aptallık sayıldığı yerdir. Açık ki liberalizm, geliştirdiği bireycilik ile insanları birbirinden ayıran, aralarına sınırlar çeken, toplumu adeta atomize eden bir ideolojidir. Oysa sosyal bir varlık olan insanın toplumsuz yaşayamayacağı, sosyal bilimce kanıtlanmış temel bir gerçektir. Toplumsallığın temeli ise ilişkidir. Sosyal ilişki olmadan toplum düşünülemez. Demek ki, bizim toplum halinde bir arada yaşamamızı mümkün kılan da, toplumsal bir varlık olarak devamımızı sağlayan da sosyal ilişkilerimizdir. Hatta rahatlıkla, insanın gelişmişlik düzeyinin sosyal ilişki düzeyine paralel olduğunu söyleyebiliriz. Çağ diyoruz, yaşam tarzı anlamında modernite diyelim, adına her ne dersek diyelim; insanlık olarak bizi bu duruma düşüren, içinde yaşadığımız bu sistemdir. Kapitalist sistem, sömürmek ve daha kolay yönetmek için bireycilik silahıyla toplumsallığımızı hedef alıyor. Mantık olarak da basittir aslında; sistem, bütün halinde yutamadığını parçalıyor!
Daha sınırlı da olsa, teknik geçmiş çağlarda da kullanılmıştır. Fakat hiçbir zaman insan ilişkilerini bu denli etkilememiştir. Bugün herkesin elinde bir telefon bulunmakta ve gününün önemli bir kısmını onu kullanmakla geçirmektedir. Sanal alemde yaşamak, çoğu zaman daha ağır basmaktadır. Elbette, dijital araçlar kendi başına olumlu ya da olumsuz olarak nitelendirilemez. Araçların iyi ya da kötü olduğunu, kullanım biçimleri belirler. Şu araç kapitalist, bu araç ise toplumsal bir araçtır demiyoruz. Dijital araçları olumlu ya da olumsuz yönde kullanmak bizim elimizde olmasına rağmen, çok bilinçsizce kullandığımız bir gerçektir. Sanal dünya denilen zeminde, sistemin denetimine ve yönlendirmesine maruz kalmayanımız yok denecek kadar azdır. Sonuç olarak, çokça işlendiği üzere dijital araçlara olan bağımlılığımız, sosyal ilişkilerimize büyük bir darbe vuruyor.
Bu temelde, yaşanan bu durumu her zamankinden çok gündemleştirmek, tartışmak ve bu konuda somut adımlar atmak gerekiyor. Toplumsal özümüzün tehlikede olduğu bilinciyle, kendimizden başlayarak tüm çevremizin bu konuda tutum almasını sağlamalıyız. Unutulmamalıdır ki, toplumsal bağlar zayıfladıkça özgürlük de bir yanılsamaya dönüşür; insan, ancak birlikte var olma iradesiyle tam anlamıyla özgürleşebilir.