HABER MERKEZİ- Yaşadığımız coğrafya, binyıllardan beridir farklı etnik, kültürel ve inançsal kimliklerin bir arada yaşadığı bir kimlikler bahçesi olmuştur. Ortadoğu, tarih boyunca farklı halkların, dillerin ve inançların yan yana var olduğu, kültürlerin birbirine karışarak zenginleştiği bir bölge olarak insanlığın ortak mirasına büyük katkılar sunmuştur. Bu kadim coğrafya, toplumların çok kimlikli yapısının derin kökler saldığı, her kimliğin kendi rengini kattığı bir mozaik niteliği taşımıştır. Ancak ulus devletin bu doğal çok kimlikliliği yok sayan tekçi yaklaşımı, bölgede kalıcı izler bırakan bir kimlik kırımına yol açmıştır.
Ulus devlet, belirli bir coğrafya içinde yaşayan insanları homojen bir kimlik etrafında birleştirmeye çalışırken, bu toprakların çeşitliliğini tehdit eden politikalar geliştirmektedir. Bu homojenleştirici ideoloji, Ortadoğu gibi kültürel çeşitliliğin bir norm olarak kabul edildiği yerlerde, tarihsel toplumsal dokuyu parçalayıp kimlikleri baskı altında tutmaktadır. Özellikle Kürt halkı, ulus devletlerin kuruluşuyla birlikte sistematik asimilasyon, baskı ve yok etme politikalarına maruz kalmıştır. Kürtçe’nin yasaklanmasından, Kürt kültürünün silinmesine kadar uzanan uygulamalarla Kürt halkı, kimliğini koruma mücadelesi vermek zorunda kalmıştır. Kürt halkına yönelik katliamlar, sürgünler ve baskılar, bu tekçi yapının dayattığı trajedilerin acı örnekleridir. Sonuç olarak, Kürt halkı, hem fiziksel hem de kültürel anlamda bir soykırım kıskacında yaşamaktadır.
Tarih boyunca halklar, barındırdıkları çeşitlilikle zenginleşmiş ve her bir kimlik bu ortak yaşamın ayrılmaz bir parçası olarak insanlığın kültürel mirasına katkıda bulunmuştur. Ancak ulus devletin homojenleştirici politikaları, bu renkli yapıyı tehdit eden bir kırım sürecini başlatmış; insanları kimliklerini gizlemeye, unutturmaya ya da yeniden tanımlamaya zorlamıştır. Bu durum, insanların kimliklerini gizlemek ya da yeniden tanımlamak zorunda kalmasına neden olmuş ve toplumsal çatışmaların fitilini ateşlemiştir.
Bu noktada, Demokratik Ulus Teorisi, Ortadoğu’nun çok kimlikli yapısına uygun bir model olarak öne çıkmaktadır. Demokratik Ulus, bu coğrafyada yaşayan toplulukların kültür ve kimliklerini özgürce yaşayabilecekleri bir yapı sunar. Toplulukların bir arada var olmasını destekleyen Demokratik ulus modeli, kimlikleri zenginlik olarak gören, bireylerin ve grupların kendilerini özgürce ifade etmesine olanak tanıyan bir sistem önerir. Demokratik ulus anlayışı, eşitlik, özgürlük ve demokratik katılım ilkeleri üzerine inşa edilen bir toplumsal barış modeli sunarken farklılıkların korunmasını bir değer olarak benimser.
Toplumların çok kimlikli yapısının korunması yalnızca kültürel bir zenginlik değil, aynı zamanda toplumsal barışın sağlanması için de bir zorunluluktur. Ulus devletin tekçi yapısının toplum üzerindeki baskısı, bireyler ve topluluklar arasında derin yaralar açmakta, sosyal huzursuzlukları artırmaktadır. Otoriterleşen devlet mekanizmaları, farklı kimlikleri baskı altına alarak toplumsal hareketleri ve ifade özgürlüğünü engellemeye çalışmakta, bireylerin ve toplulukların varoluş haklarını tehdit etmektedir. Ortadoğu gibi çok kimlikli bir coğrafyada bu baskıcı yaklaşım, toplumun doğal yapısına derin zararlar vermekte ve toplumsal barışı ciddi şekilde zedelemektedir.
Sonuç olarak, ulus devletin tekçi yaklaşımı, Ortadoğu’nun kadim ve çok kimlikli yapısını tehdit eden bir unsur olarak sorgulanmalıdır. Demokratik Ulus Teorisi, toplumsal farklılıkların barış içinde bir arada var olabileceği bir alternatif sunarak bölgenin tarihsel çeşitliliğine saygı duyan bir yaklaşımı temsil etmektedir. Ancak bu şekilde, bireyler ve topluluklar, kendi kimlikleriyle barış içinde bir arada yaşayabilirler.
GENÇ KALEMLER…