HABER MERKEZİ- Kadına yönelik şiddet, herkesin sorumlu olduğu bir toplumsal sorundur. Bu şiddet, ataerkil ideolojinin bir sonucudur ve gerisinde, binlerce yıllık cinsiyetçi bir kültürle şekillenmiş bir zihniyet bulunmaktadır. Farklı nedenlerle açıklanamayacak bir toplumsal sorun olarak karşımıza çıkan kadına yönelik şiddet, modern toplumların en acı gerçeklerinden biridir. Şiddet, sadece fiziksel bir eylem değil; aynı zamanda bir kontrol ve baskı aracı olarak kadınların yaşamını derinden etkileyen bir olgudur.
Ataerkil ideoloji :
Ataerkillik, erkek egemen bir ideoloji olarak kadını yaşamın her alanında erkeğin hizmetinde bir nesne olarak konumlandırır. Bu durum, kadınların haklarını ve özgürlüklerini kısıtlayarak, yaşam alanlarında maruz kaldıkları şiddeti meşrulaştırır. Kadınlar, toplumsal yapının güçsüzleştirici etkisiyle erkek şiddetinin hedefi haline gelir.
Kadına yönelik şiddetin ardındaki ataerkil ideoloji, tarihsel olarak güçlenmiş ve toplumsal yapının her katmanında kendine yer bulmuştur. Bu sistem, erkekleri iktidar sahibi kılarken, kadınları bağımlı ve güçsüz bir konumda tutmayı amaçlamaktadır. Kadın cinayetleri ve cinsiyet temelli şiddet, bu ataerkil yapının acı sonuçlarıdır. Şiddet, erkeklerin iktidarını pekiştiren bir kontrol aracı olarak kullanılmakta ve toplumsal cinsiyet eşitsizliğini derinleştirmektedir.
Kadına Yönelik şiddetin sonuçları:
Medya, kültürel normlar ve toplumsal yapılar, kadına yönelik şiddeti normalleştirerek ve meşrulaştırarak bu süreci derinleştirir. Kadınların maruz kaldığı şiddet, toplumun genelinde sessizliğe ve kabullenmeye yol açar; bu durum, kadınların şiddete karşı durmalarını engelleyerek, yalnızlık ve çaresizlik içinde bırakır. Kadına yönelik şiddetin ideolojik boyutu, bu sorunun çözümünde toplumsal dönüşümün gerekliliğini ortaya koymaktadır.
Kürt kadın hareketi:
Örneğin, doğu Kürdistan’da gelişerek yayılan “Jin, Jiyan, Azadi” direnişi, kadınların özgürlük mücadelesinin güçlü bir örneğini sunmaktadır. Kürt kadın hareketinin kendine özgü perspektifi ve direnişi, sadece bölgemizde değil, dünya genelinde kadınların hakları için verilen mücadelenin sembolü haline gelmiştir. kadınların yaşam hakkı, özgürlükleri ve kimlikleri için verdikleri bu mücadele, ataerkil yapıların sorgulanmasına ve kadınların toplumsal hayatta daha görünür hale gelmesine katkıda bulunmaktadır.
Sonuç:
Sonuç olarak, kadına yönelik şiddetin ortadan kaldırılması için öncelikle ataerkil yapının sorgulanması ve toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması gerekmektedir. Bunun yanı sıra, kadınların kendi haklarını savunan ve toplumsal değişimin öncüsü olabilecek bir kesim olarak görülmesi önemlidir. Örgütlü mücadele, bu ideolojik yapının yıkılmasında ve kadına yönelik şiddetin sona erdirilmesinde en etkili yoldur. Kadın hareketleri ve toplumsal örgütlenmeler, bu mücadelede kritik bir rol oynamakta; toplumsal bilinçlenmeyi artırarak ve hak mücadelesini güçlendirerek kadına yönelik şiddeti ortadan kaldırmanın yolunu açmaktadır.