HABER MERKEZİ –Yirmi birinci yüzyılın başlarında uluslararası hukuk, anayasa ve yasalara aykırı şekilde devletlerarası komplo ile kaçırılarak Türkiye’ye teslim edilen Abdullah Öcalan’a özgü İmralı Tecrit Sistemi inşa edildi. Zamana yayılı olarak adım adım ağırlaştırılan bu tecrit sisteminin yirmi beşinci yılındayız. Tek kişilik ada hapishanesinin tek tutuklusu Öcalan olarak inşa edilen İmralı ada hapishanesinin zaten kuruluş mantığının kendisi tecrit amaçlıydı. Dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’e neden İmralı diye sorulduğunda; “Öcalan’ı kara cezaevinde tutarsak her gün binlerce taraftarı gelip gösteri yapar, bunun önüne geçmek için İmralı” der. Zaten ada hapishaneleri tarih boyunca her zaman iktidarların muhaliflerine karşı tecrit mekânları olarak kullanılmıştır. Dolayısıyla hapishanenin bir adada olması bile başlı başına tecrittir. On yıl boyunca tek kişilik hapishane statüsü de tecrit içinde tecritti.
Kuruluşu tecrit mantığına dayalı İmralı ada hapishanesindeki tecrit uygulamaları da zamana yayılı olarak adım adım ağırlaştırıldı. Bu politikanın özünü dönemin yetkilileri “İdam yerine parça parça öldüreceğiz” beyanlarıyla ilan ettiler. Yani zamana yayılı çürütme politikası daha kuruluş döneminde kararlaştırılmıştı. Fakat İmralı ve AİHM yargılamaları süreçlerinin baskısı nedeniyle bu politika, bu dönemde kısmen esnek uygulanıyordu. Bu bağlamda 1999-2005 arası dönem tecrit sisteminin kuruluş dönemi olarak nitelenebilir. 2005-2015 arası dönem ise tecrittin hem kurumlaşma hem de zamana yayılı olarak adım adım daha da ağırlaştırılması dönemidir. Ki İmralı ve AİHM yargılama sürecinin sona erdiği 2005 Mayısından sonra 1 Haziran’da yürürlüğe konulan ve kamuoyunda Öcalan Yasaları olarak bilinen döneme geçildi.
2005-2015 arası dönem tecrittin kurumlaşma ve zamana yayılı şekilde adım adım daha da ağırlaştırılma süreci oldu. İlk olarak Öcalan’ın avukatlarıyla görüşmelerinin bir görevli memur huzurunda yapılması ve konuşmaların teybe alınması uygulamasına geçildi. Daha sonra bu yasa dışı teybe alınan konuşmalarına hücre cezaları verildi. Bu cezalar avukatlarına tebliğ edilmedi, taleplerine rağmen disiplin dosyaları kendilerine verilmedi. Hücre cezaları boyunca radyosu elinden alındı, gazete, kitap, dergileri elinden alınarak çıplak duvarlarla karşı karşıya bırakıldı. Öcalan’ın kamuoyuna yansıyan daha önceki kütüphanesi de bu dönemde elinden alındı. Hücresinde üç kitap bulundurma sınırlaması getirildi. Tek kanallı radyosunu dinlemesi bile bu dönemde sık sık sinyallerle engellendi. Yine kötü muamele örnekleri, fiziki müdahale ve ölüm tehditleri bu dönemde gündeme geldi.
17 Kasım 2019 tarihinde hapishane tadilatı ardından, Öcalan’ın ölüm çukuru dediği daha dar ve havasız bir hücreye alındı. Bu hapishaneye beş tutsak daha nakledilse de onlar da ayrı ayrı hücrelerinde tutularak Öcalan ile birlikte aynı tecrit sistemine tabi tutuldu. Grup izolasyonu da bu dönemde gündeme geldi. Bunlarla iç içe avukatlarının müdafilikten men edilmesi ardından 27 Temmuz 2011 tarihinden itibaren müvekkilleriyle görüştürülmemeleri ve 2011 Kasım’ında topluca tutuklanmaları gündeme geldi. Eylül 2004 tarihinden itibaren de aile görüşmelerinin yaptırılmaması, nihayetinde 2015 Nisan’ından itibaren heyet görüşmelerinin de yaptırılmamasıyla birlikte tam veya mutlak tecrit denilen döneme geçildi. Bu durum 25 Mart 2021’den beridir de mutlak iletişimsizlik ve haber alamama hali tarzında sürdürülmektedir. Ki CPT daha 2013 raporunda, özellikle 27 Temmuz 2011 yılından bu yana süregelen avukatla görüştürmeme uygulamasının uluslararası hukuk ve iç hukuka dayanmayan politik bir karar olduğunu (p.18) net biçimde tespit etmiştir.
Tam ve mutlak tecrit
18 Mart 2014 tarihli AİHM Öcalan 2 kararı da mevcut tecrit koşulları ve ‘Ölünceye Kadar Ağırlaştırılmış Müebbet Hapis’ rejiminin insanlık dışı, insanlık onuruna aykırı işkence yasağını (Sözleşme m.3) ihlal eden bir ceza infaz rejimi olduğunu hükme bağlamıştır. Bu kararda ayrıca ihlalin karar anında değil, yasal düzenlemenin yapıldığı andan itibaren başladığına işaret edilmiştir. Yine en fazla ceza haddinin yirmi beş yıl olmasını, mevzuatın bu yönde değiştirilmesini, ceza indirimine gidilmesini tavsiye etmiştir. Ancak kararda hükmedilen tavsiyeler, aradan on yıl geçmesine rağmen hala uygulanmamıştır. Hükümet, AİHM kararlarını denetlemekle yükümlü Avrupa Bakanlar Komitesine sunduğu görüş ve eylem planında, AİHM kararıyla tespit edilen işkence rejimini savunmaya devam etmiştir. Uygulamada da AİHM kararının tam tersine, ölünceye kadar infaz rejimi ve tecrit koşullarını olumsuz yönde daha da ağırlaştırılmış, 2015 yılından itibaren süregelen tam ve mutlak tecrit düzeyine vardırmıştır.
2015 Nisan sonrası, -2019 yılında gerçekleşen istisnai beş aile ve avukat görüşmesi ile iki telefon görüşmesi hariç- dış dünya ile haberleşme de dâhil tüm bağı koparan mutlak tecrit dönemine geçildi. 2016 yılında ilan edilen olağanüstü hale kadar İmralı ada hapishanesi mahpuslarının aile ve avukatlarıyla görüşme hakları “hava muhalefeti” ve “koster bozuk” gibi inandırıcı olmayan politik kararlarla sürekli engellendi. 20 Temmuz 2016 tarihinden itibaren Bursa 1. İnfaz hâkimliği, “olağanüstü hal” gerekçesiyle Öcalan ve aynı cezaevinde tutulan üç mahpusun ziyaret, telefon, iletişim vd. tüm temel insan haklarını süresiz bir şekilde ortadan kaldıran politik bir karar verdi. Bu karara bakıldığında, günümüze kadar süregelen mutlak tecrit, mutlak iletişimsizlik ve haber alamama halinin tüm unsurlarını topluca içerdiğini görmek zor değildir. Ki 2018 yılında olağanüstü hal kaldırılmasına rağmen İmralı mahpuslarının Anayasa’da, uluslararası sözleşmelerde ve yasalarda tanınan avukatları ile görüşme hakları, aile bireyleri ile görüşme hakları, telefon ile görüşme hakları ve dış dünya ile mektup, faks ve her türlü iletişim araçlarıyla haberleşme haklarına yönelik yasaklamalar, bu sefer de periyodik olarak üç ayda bir yinelenen hukuki ve maddi temeli olmayan aldatıcı disiplin cezaları, yine yasaya aykırı ve maddi temeli olmayan altı ayda bir yinelenen telefon yasağı getiren idare kararları ile hiçbir maddi, yasal, hukuki temeli olmayan altı ayda bir yinelenen avukat yasağı getiren “İnfaz Hâkimliği kararı” adı altında sürdürüldü, sürdürülmektedir.
İncommunicado tutulma hali
Mutlak tecrit, mutlak iletişimsizlik ve haber alamama halini (incommunicado tutulma hali) örtme kılıfı olmaktan öteye gitmeyen bu yasal dayanaktan bile yoksun ve hükümetin politik yönlendirmesiyle alınan idari ve yargısal yasaklama kararlarının aldatıcı ve inandırıcı olmadığı CPT 2019 ziyareti ardından 5 Ağustos 2020’de yayınlanan raporuyla da açıkça tespit etmiş (p. 49), bu durumun kabul edilemez olduğunu (p.48) ve giderilmesini tavsiye edilmiştir. Ancak tavsiyeler de yerine getirilmemiştir. Aksine 25 Mart 2021 tarihinden bugüne kadar İmralı ada hapishanesi mahpusları Abdullah Öcalan, Hamili Yıldırım, Ömer Hayri Konar ve Veysi Aktaş’tan hiçbir şekilde haber alınamamış, dış dünya ile olan bağları tümüyle koparılmıştır. Ki bu durumun kabul edilemezliğini, BM İnsan Hakları Komitesi tedbir talebi de açıkça ortaya koymuştur. Eylül 2022 ve Ocak 2023 tarihlerinde iki kez yazı gönderen Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komitesi, taraf devletten Komite İç Tüzüğünün 92. maddesine uygun olarak başvurucuların maruz kaldıkları incommunicado tutulma haline son verilmesini ve başvurucuların kendi seçecekleri bir avukata derhal ve herhangi bir kısıtlama olmaksızın erişimine olanak tanınmasını talep etmiştir. Ancak devlet ve hükümet yetkilileri Komitenin bu tedbir talebine de uymamıştır. Aksine hükümet buna yeni aile ve vasi ziyaretleri yasaklarıyla yanıt vermiş, telefon ve avukatla görüşme yasağı kararlarını da kaldırmak yerine, BM İnsan Hakları Komitesi’ne sunduğu yanıtlarında da bu yasal dayanaktan yoksun yasaklamaları açıkça savunmuştur. Bu durum, işkence yasağını ihlal eden hukuk ve yasa dışı incommunicado tutulma halinin hükümet-idare-yargı ortaklığına dayalı fiili bir mekanizmayla yürütüldüğünün adeta uluslararası düzeyde itirafı olmuştur.
İmralı ada hapishanesi mahpuslarının durumunda şuan için üç yılı aşan haber alamama hali mevcut anayasa ve yasalara da aykırıdır. Maddi temeli olmayan, bir başka deyişle zaten var olmayan telefon, avukat ve aile görüşmelerine yasak getirilmektedir. Yasanın amir hükmü önce telefon, aile ve avukat görüşmeleri yaptırılır, eğer hukuka aykırı bir bulgu, belge olursa ancak o zaman İnfaz hâkimliği kararıyla yasaklama yoluna gidilebilir. Bu yasal gerekliliklerin hiç birini yerine getirmeyen, tamamen Hükümet-idare-yargı ortaklığıyla soyut güvenlik gerekçesine dayalı politik amaçlı yürütülen hukuk, anayasa, yasa dışı fiili bir uygulama söz konusudur. Belirtmek gerekir ki hükümetin politik yönlendirmesiyle alınan anayasal ve yasal dayanağı da olmayan idari ve yargısal yasaklama kararları incommunicado tutulma halini meşrulaştırmaz, aksine kanıtlar. Hatta bu durum sistematik bir şekilde uluslararası sözleşmelerle, anayasa ve yasalarca güvence altına alınan işkence yasağını ihlal etme, hukuk, anayasa ve yasal sınırların dışına çıkarak görevi kötüye kullanma ve hakların kullanılmasını engelleme suçlarına tekabül etmektedir. Ancak bu yönlü suç duyuruları da hükümet-idare-yargı ortaklığına dayalı fiili bir mekanizmayla sonuçsuz bırakılmıştır.
Sonuç olarak İmralı ada hapishanesi uluslararası hukuk, anayasa ve yasaların nüfuz etmediği, en ağır düzeyde izolasyonun uygulandığı, insanlık dışı, keyfi politik kararlarla yönetilen bir kapatma mekânı konumundadır. Guantanamao örneğini bile geride bırakmıştır. Ne Avrupa ne dünyada bu denli ağır, sosyal, toplumsal, kültürel ve psikolojik açıdan haberleşmede dâhil dış dünya ile tüm bağları koparılmış başka bir örnek bulunmamaktadır. Ki Sn. Öcalan’ın daha önceki yıllarda, avukatlarıyla görüşmelerinde yaptığı değerlendirmeleri bugüne de ışık tutmaktadır. “Halen dünyanın en ağır tutsağıyım, bu koşullarda başka kimse yok. Bir tek ölmediğim kaldı. Atılmışız buraya. Burada siyasi bir rehineyim. Konumum böyle bilinmelidir. Bunu şöyle bir benzetmeyle de açıklayabilirim; solunum cihazına bağlı birisi gibiyim. İstedikleri zaman fişi çekebilirler. İster tecrit durumumun ağırlaştırılması şeklinde olsun, ister tehdit mektupları gönderenlerce veya deprem gibi doğal yahut başka şekilde ölebilirim. Ölümüm ne şekilde olursu olsun bu büyük bir komplodur. Zaten İmralı’ya getiren komplonun amacı da buydu. Yıllardır bu ölümüme dayalı oyunu boşa çıkarmak için yaşıyor ve direniyorum. Kaldı ki içinde tutulduğum koşullarda yaşama da yaşam denemez, buna tabutlukta yaşam dedim, her gün intihara götürecek kadar ağırdır. Burada intihara zorlansam bile intihar etmeyeceğim, demokratik çözüm ve barışı sağlamak için yaşamaya ve direnmeye devam edeceğim. Konumum böyle bilinmelidir. Ben burada ne yaptıysam demokratik çözüm ve barış için yaptım. Bu korktuğumuzdan, teslim olduğumuzdan değil, doğru bulduğumuzdandı. Bunu böyle anlamaz, onursuzluk ve teslimiyet dayatılırsa bunu da kesinlikle kabul etmeyiz. Tecrit, Kürt sorununun çözümünde hukuki ve siyasi seçeneğin devre dışı bırakılması, askeri seçeneğin tercih edilmesi demektir. Eğer tecrit uygulanıyorsa, çözüm yoksa beni yok bilin, bu durumda kendi kararlarınızı kendiniz vermelisiniz. Çünkü bana burada tecrit, dışarıda imha ve tasfiye yönelimi demektir. Çözümsüzlüğü, savaşı, tasfiyeyi, soykırımı dayatmadır. Bu durumda her onurlu Kürt kendini savunmasını, kendi kararlarını kendi vermesini bilecektir.”