HABER MERKEZİ – Günümüz dünyasında gündemi en fazla meşgul eden ve üzerinde yoğun tartışmalar yürütülen konuların başında yapay zekâ çalışmaları, nesnelerin interneti, insan beynine çip yerleştirme girişimleri ve “sosyal medya” olarak tanımlanan iletişim araçları gelmekte. Tartışma konuları oldukça fazla, bizim açımızdan önemli olan şey ise tüm bu tartışma başlıklarının etik ve estetik açıdan, toplumsal ve felsefi açıdan irdelenmesi olmakta. Akla gelen ilk sorulardan biri şu olmakta; genel olarak teknik ve dijital alanla ilgili görünen bu başlıklar neden yoğun etik ve toplumsal tartışmalara yol açmakta? Demek ki bu tartışma başlıkları göründüklerinden daha fazla anlam taşımakta ve toplumsal özgürlük mücadelesi yürüten güçler açısından daha derinlikli ele alınması gereken noktalara işaret etmekte. Bu konuların yapısallıklarını anlamamız gerekir ki buna karşı nasıl konumlanacağımızı, bu yöntem ve araçları nasıl değerlendirebileceğimizi doğru tespit edebilelim.
Özellikle 2000’li yılların başından itibaren dünya uygarlığının artık dijital çağa, yeni bir iletişim çağına girdiği yolunda bir anlatı geliştirildi. Peki bu anlatının kaynakları nereye dayanmakta, toplumsal tarihin, küresel kapitalizmin ve kapitalizme karşı mücadelenin hangi dönemlerine denk gelmekte? Açık ki bunları tespit etmeden, dijital çağ anlatısının yapısını, amaçlarını ve kullandığı araçları doğru değerlendiremez, bunlara karşı kendimizi doğru konumlandıramayız.
Kuşkusuz dijital çağ anlatısının temel dayanağı internet kullanımıyla doğru orantılı gelişmiştir
İnternetin dünyamız ve insan toplumu açısından kalıcı ve kaçınılmaz olduğuna ilişkin ilk iddialar, kapitalist modernite sisteminin sistem karşıtı güçlere dönük ideolojik saldırılarının arttığı bir döneme denk gelmekte. Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin çözüldüğü, “Tarihin Sonu” adıyla kitapların basıldığı, küresel kapitalizmin zafer şölenleri düzenlediği, kapitalizmin kendi rüştünü ispatladığı, aşılamaz bir sistem olduğu yönünde ağır ideolojik saldırıların olduğu bir dönemde Dijital Çağ anlatısı piyasaya sürülmüştür.
İnternet kullanımı her ne kadar kamusal alanda 1990’lı yılların sonundan itibaren kullanılmaya başlansa da internetin tarihi askeri ve istihbari kurumların faaliyetleriyle başlar. Bu iletişim aracı-imkânı, on yıllarca toplum kullanıma kapalı bir sistem olarak kullanıldı ve geliştirildi. Ne tesadüf ki Sovyetlerin yıkılışından sonra 1990’lı yılların ortasından itibaren herkesin ulaşabildiği bir hizmet haline dönüştürüldü!
İnternet sistemlerinin topluma sunulma biçimi kapitalist reklam dünyasına oldukça uyumlu bir şekilde gelişti. İnternet sistemleri demokrasi ve özgürlük güçlerini etkileme amacıyla “demokratik, merkezlere karşı, hiyerarşiye karşı, eşitleyici bir araç” olarak reklam edildi. Artık bilginin devlet ve medya tekellerinden bağımsızlaşacağı, herkesin eşit bir şekilde bilgiye ulaşabileceği, fikirlerin özgürce kendi ifade edeceği yeni bir “özgürleştirici mecra” olarak bolca propaganda edildi.
Devletçi uygarlık ve küresel kapitalizme karşı “şerbetli” olan tüm sistem içi güçler şu gerçeği çok iyi bilir, kapitalizm reklam ettiği şeyin “tam karşıtıdır.” Dolayısıyla tüm toplumsal alanı etkilemek için geliştirdiği argümanlar özü itibariyle topluma daha fazla parçalamaya dönük bir amaçla ilişkiliydi. Özcesi, internetin askeri-istihbari kurumların özel alanı olmaktan çıkarılıp kamuya açık hale getirilmesi, toplumsal zamanın ve mekânın tümden ele geçirilmesi-sömürgeleştirilmesi amacıyla bağlantılı olarak gelişti.
Bu sistem marifetiyle çevrimiçi olmak ve yaşamak, eş anlama getirilmiş-eşitlenmiş durumdadır
Bu gerçekliği “internet dünyasının” şekillendirdiği günlük gerçekliklere eğilerek daha fazla somutlaştırmaya çalışalım. İnternet dünyasının iki temel sözcüğü var; “offline” ve “online”, yani “çevrimdışı” ve “çevrimiçi” olmak. Aslında küçük bir dikkatle ve yalnızca bir harf değişimiyle kapitalist sistemin bu sözcüklere yüklediği anlam netleştirilebilir. “Offlife” ve “on-life” olmak, yani yaşam dışı ve yaşam içi olmak. İşin hakikati ifade edilecekse bu gerçekliği görmemiz gerekiyor. Günümüz dünyasının tüm günlük ilişkilerine, iletişimine, paylaşımlarına yön veren bu kavramsallaştırma olmaktadır. Eğer internete bağlıysan yaşama bağlısın, eğer bağlı değilsen yaşam dışısın! Bu sistem marifetiyle çevrimiçi olmak ve yaşamak, eş anlama getirilmiş-eşitlenmiş durumdadır.
Toplumla ilişki kurmak, arkadaş edinmek, örgütlenmek, yeni toplumsal ilişkiler geliştirmek yerine “sosyal medya” kavramı ikame edilmiştir. Kavramsallaştırmanın kendisi oldukça yanıltıcı bir tehlikeyi içermektedir. Artık birbirimize bağımlı olmadığımız, kendi hayatlarımızın özerk yöneticileri olduğumuz ve her türlü çevrimiçi hesabımızı nasıl idare ediyorsak arkadaşlarımızı da öyle idare edebileceğimiz inancını besler bu kavramsallaştırma. Yine, toplumsal belleği devre dışı bırakmak ve toplumsal zamanı öldürmek, küresel kapitalizmin temel bir özelliği ve amacı olarak internet ağları-dijital dünya eliyle 7 gün 24 saat kesintisiz bir şekilde ilerlemektedir.
Peki toplum lehine ve yararına olduğu yoğunca propaganda edilen bu dijital iletişim sistemlerini kim yapılandırmak, geliştirmektedir? Toplumun kullandığı dijital araçlar, sistemler kimlerin denetimindedir? Toplumsal dinamiklerin şekillendiği bir süreç sonucu mu bu sistemler geliştirilmektedir? Bu sorulara da kısaca cevap vermek, konuyu daha da aydınlatacaktır.
Devam edecek…