HABER MERKEZİ – Toplumsal inşalar ve sosyal aktiviteler insan eliyle oluşan ve insan eliyle değiştirilebilecek olgular olduğundan, çaba harcamak önemlidir. Her olgunun ideolojik, felsefi, politik dayanakları vardır. Özelikle başlangıç itibariyle olguların tanımlanması, atfedilen rol, kazandırılan anlam olguların karakterini belirleyen temel yaklaşımlardandır. Şimdi günümüzde kullandığımız birçok kavram ve olguların tarihsel anlamları çok da değişmiş değildir. Öz itibari ile değişmiş değildir. Çünkü zihniyet, ele alış, algı değişmemiştir. Spor alanında da esasen Atina ve Roma dönemlerinin bakışı, algısı hâkim hala. Belki biçimi değişik gelebilir, yol, yöntem daha inceltilerek kurnazca bir biçimde yürütülüyor olabilir. Ama işin özü aynı, çok fazla bir değişim yok özde. Bugün belki o dönemlerin vahşi biçimi yok ama daha ince yöntemlerle, daha taktiksel yaklaşımlarla, siyasete, politikaya, ekonomiye alet edilerek aynı etkiyi yapacak, aynı şiddette tahrip eden bir tempoda ilerliyor.
Halk bu eğlencelere alıştırılarak ahlaken düşürülmüş oluyordu
Tarihsel olarak incelendiğinde spor Arena da yapılan karşılaşmalarda insanların aç aslanlara parçalatılması, Gladyatör dövüşleri gibi vahşi ve şiddet içeren yöntemler kullanılmıştır. Bu yöntemi orta çağlarda gelişen Roma ve Atina kültürleşmesi olarak tarihte görebilmekteyiz. Gösteri “temaşa” alışkanlığına dönüşen ve insanların yaşanan vahşetten zevk almalarını geliştiren bir oyun ya da adına ne denirse, ilk olarak Arena’larda Gladyatör dövüşleriyle şiddetin aslında zevk aracına dönüştürülmesi, izlerken zevk alan ve kendinden geçen bir nevi çılgına dönüşen bir toplum gerçeği yaratmanın temelleri atıldı. “Spor karşılaşmaları vahşiceydi. Gladyatör dövüşleri, aslanlarla dövüş ve aç aslanlara canlı tutsak insanların arenalarda sunulması dehşet vericiydi. Halk bu eğlencelere alıştırılarak ahlaken düşürülmüş oluyordu. Veya şöyle diyelim arenada Gladyatörler kim, aslanlar kim, yutulup parçalananlar kimler? Bu gün bu tür etkinliklerde yaşananları nasıl tanımlıyoruz? Bugünkü futbol maçlarının nitelik olarak bunlardan bir farkı var mı? Hele bir de dışarıda “ulus temsil ediliyorsa”, büyük çapta bir etkinlik varsa, tam bir şova dönüştürülüyor. Irkçı-faşist hezeyanlar da cabası. Bu biçimiyle Kapitalist rekabet kültürü sporu şiddet içeren bir etkinlik olmaya zorunlu kılmaktadır. Spor bu anlamda iktidarla bütünleşip endüstri alanına açılmakta ve var olan sistemi besleyerek hizmet etmektedir.
Rekabet, hırs, para, insanların gözünü bürümüş. Ulus ve halklar olarak bu tür etkinliklerin toplumu uyuşturan, yozlaştıran alanlar olarak şekillenmesi tarihsel ve toplumsal olarak kaybettiren en temel noktadır. Arena kültürü zaten farklı biçimlerde kılıf değiştirerek, yer yer açık bazen de sinsi biçimlerde kendisini yaşamsallaştırabiliyor. Spor ve sporcu bugün bütün dünyada halklar, ülkeler ve uluslararasında yürütülen siyaset, savaş ve politikaların güdümünde olup, milliyetçilik duygularını körükleyen, psikolojik savaş yürüten, öl öldür kuralına göre işleyen bir renge bürünmüş durumdadır. Bu renk yaşamın rengi değil aslında, yaşamın anlamsızlaştırılmış gri rengidir. Yaşamın solmuş, ölü rengidir. Böyle olunca arena adıyla tarihin farklı bir biçimde yansıtılması mantıken de anlaşılmayacak veya yorumu yapılamayacak bir durum değildir. Yine değişimin tartışıldığı, “demokratik” bir sistemde spor alanının yeniden şekillendirilmesinin planlandığı bu yoğunlukta bu tür yapılara milyar dolarlar verilerek oluşturulması anlaşılmayacak bir durum değildir.
Kazanma hırsına büründüren anlam ya da anlamsızlık
“Dünyada spor hayatı, spor gayesi çok önemlidir. Bu kadar önemli olan spor hayatı, bunun özü, ilk işlevi yani hakikati ifade ettiğini kim iddia edebilir? Toplumsal yaşamın ilk şekillenişinden anlaşılacağı üzere her olgunun ilksel biçimi gibi sporun da ilksel biçimi, verilen anlamı ve yüklenen misyonu toplumun yararına, ihtiyaçlarına denktir ve atfettiği anlamla varlık bulmuştur. Toplumsal yaşamda temel alanların ve koşulların belirlenmesi ve bunun üzerinden kültürleşme, spor alanının da çağ insanının yaşam biçimi, kültürel şekillenişi ve toplumsal ihtiyaçları o dönemin ve insanının yüklendiği anlam ile varlık bulmuştur. İlk ürünün elde edilişindeki mutluluk, heyecan, elde edilen ürünün ortak ihtiyaca göre paylaşımının verdiği gönül rahatlığı ve huzur, hasat sonu düzenlenen şenlikler ve yaşama anlam katan faaliyetler.
Belli dönemlerde savunma ihtiyacına göre kendini konumlandıran, zaman zaman korunma amaçlı pozisyon alan, bazen de beslenme ihtiyacına göre yaşam formlarını belirleyen toplum bu ihtiyaçlar ve gereklilikler içerisinde yaşamına renk katarak farklı alanları geliştirmiş ve toplumsallığının anlamını yaratmıştır. 5000 yıllık tarih incelendiğinde görülecektir ki, o dönemden eser kalmamış, ihtirasın, iktidarın, savaşın, gölgesinde ve bu zihniyetin yüklediği anlamla biçim almıştır yaşam. Bu yaşam alanlarının temel olgularından en önemli bir boyutunu da spor oluşturmaktadır. Gladyatör dövüşleri, aç aslanlarla insanların dövüşe koşmaları dönemin korkunç cinayetleri olarak adlandırılabilir. Arena kültürü dönem insanının bakış açısını, yaklaşımını ve kattığı anlamı, aslında anlamsızlığını anlatır bize. Savaş aracına dönüştürülen, yarış mantığıyla geliştirilen, kazanma hırsına büründüren anlam ya da anlamsızlık.
Tabi bazı dönemlerin de barış müjdeleyicisi, huzur ve refah habercisi olarak da tarihte yer almış, rol oynamıştır. Olimpios bunun anlamını yaratma ve pratiğini uyguluma örneğidir. Olimpios efsaneleri yaşanan vahşet karşısında açığa çıkan duruşu, mücadele tarzını, yol ve yöntemlerini anlatan, yaratılan anlamı ve açığa çıkan değerleri örnek olarak alınacak tarihi birikimler olarak bizlere sunmaktadır. Yani yeri geldiğinde kattığın anlama, verdiğin role soyunmuştur. Barışı, huzuru, sevgiyi, dayanışmayı geliştirmenin de simgesi olmuştur. Zihniyetle bağlantılı toplumsal rolünü oynamıştır. Zamanı geldiğinde dayanışmayı, kolektif ruhu yaratarak, sevgi ve dostluk ilişkileri yaratarak, barış ve sükûneti geliştirmenin aracı olmuş, insanlığa bu anlamda hizmet etmiştir. Verdiğin anlama göre, insanın düşünce ve bedensel gelişimine, sağlıklı toplumsal yapısına spor yoluyla ulaşmıştır. Sağlık, yararı olması bir yana insanın kişilik yapılanmasını da belirleyen temel etkenlerden biridir. Kişilik oluşumunda paylaşıma, ekip çalışmasına, kolektif ruh yaratmaya hizmet etmektedir. Tarihsel olarak bakıldığında bu biçimiyle sporun ana özü açığa çıkmış durumdadır.
Günümüzde ise spor ve sporcu bütün dünyada uluslararasında yürütülen siyaset, savaş ve politikaların güdümünde olup, milliyetçilik duygularını körükleyen, psikolojik savaş yürüten, öl öldür kuralına göre işleyen bir statüye -aslında içerikte statüsüzlüğe-büründürülmüştür. Neden bunu bu kadar ısrarla tekrarlıyoruz diye sorulabilir. Bizce anlam burada ve bunlar önemli hususlar olmaktadır. Şimdi bu zihniyet, ele alış ve bu anlamda kulanım sahasına dönüştürülen, her ülkenin ve kendisine göre dönemlerin toplumsal şekillenmesi, sosyal, siyasal biçimini alan spor nedir? Dünya ülkelerinin spora yaklaşımları sadece ülkelerin veya ulusların çıkarları, siyasi amaçları ve savaş barış pozisyonlarını belirleyecekse o zaman adına neden spor denmiş? Çok vahim bir durum ortadadır. İnsanın bedensel, ruhsal, psikolojik ve kültürel anlamda gelişimini sağlayan, kendine güveni, davranış biçimini, ortaklaşmayı, yani komünalizmi geliştiren toplumsal sosyal bir olgu iken, bu kadar pervasızca, tersinden işlevler görmesinin nedeni nedir? Bunun sorumlusu kimdir? Katılım, ortak ruh, estetik, mütevazılık ve centilmenlik temel ilkeler iken nasıl oldu da bireysel yetenek yarışması, kaba, estetikten yoksun, savaş arenalarını andıran bir pozisyonda şimdi?
Oysa spor ve insan yaşamı birbirinden o kadar ayrı olmayan, deyim yerindeyse bütünlük sağlayan bir olgudur. Günümüzde spor özellikle de futbol, satışa sunulan bir alan haline getirilmiştir. Bu gün en çok yüksek fiyata transfer olan bir futbolcunun en gözde, popüler, reklam alanından, yaşamın en ince detayına kadar satış konusu edilmesi, topluma bir model olarak sunulması, bu alanda yürütülen politikayı iyi ortaya koymaktadır. Halbuki estetik değer atfedilerek farklı gelişim ve yaratımlara teşvik edilse daha yaratıcı ve geliştirici sonuçlar ve anlamlar doğurabilir. İşte ahlaki çöküntünün ve yozlaşmanın yaşandığı, anlam yitimi olarak örnek göstereceğimiz bir nokta da budur. Çünkü satışa sunularak sadece yeteneği, tekniği değil, bir anlamda kişiliği, ruhu, duygusu, bedeni de satışa çıkarılıyor. Bu ahlaki olarak çöküş, anlamsızlık değil de nedir?
Anlam katarak yeniden örgütlendirilip inşa edilecekse bu çalışma sağlam temellere oturtulmak zorundadır.
Spor alanı toplumsal değişime ve dönüşüme en çok imkân tanıyan, birlik ve beraberliğe yol veren, barışı en zirvede geliştirme niteliği taşıyan alanların başında gelmektedir. Sosyal alan içerisinde yaşamı etkileyen, yön veren, insanlar ve halklar arası ilişkilerin sağlanıp gelişmesinde en önemli rol spor alanına düşmektedir. Bu anlamda spora gereken önem verilmemekte, tersinden işlev görmesi için sistem elinden geleni yapmaktadır. Kapitalist tekelci sistem bu yaşam alanını öyle bir hale getirmiştir ki bireysel hırs, rekabet anlayışı, kazanmaya kilitli spor anlayışı yaşam alanını çekilmez, var olan gerçeklikle yaşanılamaz hale getirmiştir. Günlük yaşam ve ilişkileri birleştiren değil de parçalayan, yıpratan bir tarzda gelişimine yol açmıştır.
Özellikle sporu sadece futbolla sınırlı tutmak, sporun diğer dallarını önemsemeyen, gelişimi için çaba sahibi olmayan yaklaşımlar da sistemin tekçi yaklaşımıyla bağlantılı gelişmiştir. Futbolu diğer dallardan ayıran özellikler nedir ki? Sonuçta o da bir spor aktivitesidir. Peki, neden diğer dallardan bu kadar çekici kılınmış? Neden bu kadar rağbet görüyor diye sorulmalıdır. Bir voleybol, basketbol, su sporları, yüzme, yürüyüş, bale, cirit, tenis, vb. daha yumuşak, her kesimin yapabileceği, Komünal, estetik değeri daha yüksek dallar neden önemsenmiyor? Sistemin tekçi anlayışı bu alanda daha etkili olmaktadır. Futbolu öne çıkaran, diğer dalları önemsemeyen, geliştirilmesi için yatırım yapmayan sistem bu alanı kendi çıkarı için kullanmayı amaçlamış ve amacına pratik alanda ulaşmıştır. Futbolu merkeze alan ve ilişkileri, çelişkileri bu alan üzerinden yönlendiren, yöneten sistem bu alanı kendi çıkarları doğrultusunda kullanmıştır. Halkları bu yaşam alanından uzak tutup sadece sınırlı, üst bir kesimin ilgilendiği bir alana dönüştürülmüştür. Oysa bu tarz kişilik bozukluğunun, ahlakın zayıflamasının ve iktidar endeksli zihniyet şekillenmesinin temelini atmaktadır. Kişilik bozukluğu toplumsal yapıyı zehirleyen bir yapıyı oluştururken ahlaki çöküntüyü en zirvede geliştirip toplumun yaşamsal hücrelerini zayıflatıp yok etmeyi amaçlamaktadır. Bireyciliği ve iktidarı şahlandıran sistem komünaliteden koparak tekçi anlayışa hizmet etmektedir. Emperyalist, faşist hegemonyanın dayattığı tek devlet, dek dil, tek din, tek bayrak esasta bu kaynaktan beslenmektedir.
Fethedilen toplum teslim alınmış, sistem tarafından istediği gibi yönlendirilen, idare edilen toplum olmuştur
“Günümüzde bir stadyumdaki futbol şöleninden daha afyonlayıcı ikinci bir din bulmak çok zordur. Uyuşturucu, sanat, spor, seks de bu genel iktidar mekanizmasının ayrılmaz bir parçasıdır. Üç S’ler, bireyden geriye kalan bir şey varsa onun da içini boşaltarak, kişiyi tam işe yaramaz bir tortu olarak bir tarafa atarlar. Genelde tüm toplumsal ve ulusal sorunlarda uygulanan bu yöntemler 20. yüzyılın en gözde politikalarıydı. Sonuçta faşizm, savaş ve terörle dolu bir dünyaya yol açtı. En güvenlikli politikalar en güvenliksiz bir dünya doğurdu.”
Bu belirlemeler günümüz gerçeğini yansıtmakta ve bunun yanında alternatif sistem yaklaşımını çözüm olarak geliştirmektedir. Bizlere düşen yeni alternatif sisteme ve onun zihniyetine girmek, doğru, iyi ve güzel olanı bu esaslar üzerinden geliştirmektir. Kendimizi iktidara dayanan zihniyet ve anlayışlardan kurtarmadıkça benzeşir, hatta daha vahimi eleştirdiğimizin en kötü versiyonu olmaktan kurtulamayız. Reddedilen, sert tavır ve tutumlarla eleştirilen, çözümlenen şeyle aynılaşmak kendine ters düşmek olur ki, bu bizim tarzımızda, üslubumuzda, ahlakımızda yoktur.
Genelde uygarlık tarihi, özelde ise kapitalizm ile sosyal ilişkiler yoğunluğunu ifade eden sporun tarihsel özü her açıdan saptırılmıştır. Kapitalizm baştan itibaren sporu iktidarla bütünleştirip, amatör özünü yıkarak spor alanında endüstrileşmeyi geliştirmiştir. Metalaştırılan, kâr elde etmek amaçlı geliştirilen, yaşanan sistemsel sorunlar karşısında duyarsızlaştırılan bir yozlaştırma alanına dönüştürülmüştür. Topluma sağlıklı, moralli ve fiziki dayanıklılık temelinde katılım yerine, para kazanma, bunun için rekabeti çılgınca körükleme, toplumu pasif seyirciye dönüştürme amacı esas alınmıştır.
Kapitalist iktidar yapısının geliştirdiği kurumsal nitelik derinden incelendiğinde ve toplumsal sorunlar tespit edildiğinde bu tür yaşamsal etkinliklerin toplumu toplum olmakta çıkaran ve bireyciliği en uç noktada dayatan boyutlara ulaştığını görebiliyoruz. Yine büründürüldüğü rekabet ve kâr hırsını ve korkunç bir öl, öldür mantığını derinleştiren zihniyeti adlandırabiliriz. “Arena” kültürü hâkim kılınmış ve bundan zevk alan, kapitalizmin özürlü çocukları olarak da ifadelendirilebilecek sağlıksız, hastalıklı hatta ucube bir toplum gerçeği yaratılmıştır. Kapitalist sistem hegemonyacılığında siyasi ve askeri zorun yeri önemli olmakla birlikte, kapitalist toplumu esas ayakta tutan etkenin toplumun kültür ve spor endüstrisi ile teslim alınması, hatta felçli hale getirilmesidir.
Fethedilen toplum teslim alınmış, sistem tarafından istediği gibi yönlendirilen, idare edilen toplum olmuştur. “Kişilere bağlanmış iktidar ya da tersinden iktidara bağlanmış kişiler, kurumlar yaratılarak, spor ve sanatla iktidarın görünmez soyut niteliğini oluşturarak sisteme muazzam hizmet etmiştir.” Sanat, spor ve cinsellik endüstrisi geliştirilerek yönetim sanatının zirvesine ulaşılmıştır. Kültür, sanat ve spor iktidarlarca kendi hegemonyaları, hiyerarşileri denetimine alınarak yönetim araçları sarsılmaz bir güç kazanmıştır.
Ortadoğu’ya ve dünyaya hayali kurulan, ama gerçekleşmesi mümkün olan bir sistem yaratma çabası Kürtler öncülüğünde yürütülmektedir
Mevcut sistemsel gerçeklik bu yaşam alanlarını felçleştirip kendi çıkarları hizmetinde kullanmaktadır. Adeta sermaye alanları olarak örgütleyip sistem çarkını döndürmeye koşturulmuştur. Toplumun kendi değerlerine, geleneğine yabancılaşma durumu kapitalist tekelci kültürün kendisini toplumun tüm gözeneklerine yerleştirmesi ve bu anlamda toplumu esir almasıyla gerçekleşmiştir. Kapitalist kültür (kültürsüzlük) ve yaşam biçimi manevi değerleri tüketmektedir.1 Demokratik özerk sistemin yoğunlaştığı bu süreçte ve halk olarak her alanda olduğu gibi spor alanında da kendimizi örgütlemek istediğimiz ve esas olarak yeni bir zihniyet, yaklaşım, anlam katarak geliştirmek istediğimiz bu çalışmayı toplumsal inşanın temel çalışması olarak görmemiz bundandır. Tarihsel ve toplumsal olarak taşıdığı karakterinden dolayı spor alanını demokratik özle buluşturan, şiddetten arındırılmış, toplumun barış, huzur ve sağlığına hizmeti amaç edinen bir sisteme kavuşturmak demokratik görevlerimizin başında gelmektedir.
Bu anlamda yeniden inşa çalışmalarında toplumun yabancılaştırıldığı, sadece bir kesim insanın uğraşı olarak görülen spor tarihsel özle buluşacak ve insanlığa hizmet amaçlı geliştirilecektir. Spor alanını toplumsal hizmet, barış ve refah alanı olarak ele almak ve zihniyet dönüşümünü bu anlamda gerçekleştirmek, Paradigmasal anlamda demokratik, ahlaki bir yapısallığı bu alanda oturtmak ve yaşamsallaştırmak aciliyet arz etmektedir. Özgür, demokratik özerk toplumda, Kürt toplumunun ve bireylerinin geliştirdiği spor anlayışı demokrasiyi, eşitliği, estetiği, komünalizmi temsil edecek ve demokratik ekolojik cinsiyet özgürlükçü paradigmayla sporu geliştirecektir.
Demokratik özerk Kürt toplumunda şiddet kültürünü aşma ve bunun yerine barış içinde yaşayan, demokratik kültürü oturmuş bir toplumsal yapılanmaya geçişte spor alanlarının rolü önemlidir. Ortadoğu’ya ve dünyaya hayali kurulan, ama gerçekleşmesi mümkün olan bir sistem yaratma çabası Kürtler öncülüğünde yürütülmektedir. Bu anlam ve bilinçle dönem çalışmalarına katılım temel görev olmaktadır.