HABER MERKEZİ – Egemen, iktidarcı, düzenbaz, hileci, entrikacı, ikiyüzlü ve daha adını koyamadığımız bin bir kötü gerçeklerin geliştiricisi olan kapitalist modernite, günümüze gelindiğinde teknolojik iletişim ile deyim yerindeyse toplumu çığırından çıkarmıştır. Tarih boyunca tüm ata-erkil sistem, hile ve kandırmaca bir zihniyet üzerine kendini kurmuş ve sürdürmüştür. Fakat bu tarihin içinden geçen hiçbir ata-erkil sistem kapitalizm çağı kadar toplumu zarara uğratmamıştır. Bu zarar hemen hemen her konu itibariyle öyle iken, günümüzün teknolojik iletişimi mevcut durumda kapitalizmin toplumu kontrolünde tutabilmesinin en güçlü araçların başında gelmektedir. Bu neden ile bu yazımız da dijital medyanın toplum üzerindeki olumsuz etkilerini, özellikle kaleme almaya çalışacağız.
Sayın Abdullah Öcalan savunmalarında tarihi çok derinlikli olarak çözümleyip, özgürleşmek istemi ve çabasında olan her bir insana sunmuştur. Bu anlam da Sayın Abdullah Öcalan’ın derinlikli olarak geliştirdiği bu tarihi çözümlemelerinden biraz ders çıkarmaya çalışalım. Bu temelde ne konu olursa olsun tarih eksenli ele aldığımızda, ders ve tecrübe çıkarma ferasetiyle yaklaşmada muhakkak fayda vardır. Yazmaya çalıştığımız bu konuyu da öyle ele almaya çalışacağız. Belki de tarihin başlangıcında veya tarihin çok derinliklerinde dijital araç yoktu diyebilirsiniz. Fakat “her şeyin bir başlangıcı vardır” derler ya, işte dijital medyanın da bir başlangıcı vardır. Yalnız bu başlangıç bizim bildiğimiz, dijital tekniğin başlangıcı değildir. Bu neden ile dijital medyayı tarihsel olarak ele almada fayda olacaktır.
Sayın Abdullah Öcalan tarihin “iki ana nehir” olarak akıp geldiğini ve bu ana nehirlerden biri hegemonik, despotik uygarlık ve diğerinin ise ahlak ve özgür toplum da ısrar eden demokratik uygarlık şeklinde tanımlamaktadır. Bu her “iki ana nehir” tarih boyunca yan yana ve sürekli çelişip çatışarak ilerlemiştir. Hemen hemen yaşamın tüm boyutların da, her mekân ve her zaman da birbirleriyle çatışmışlardır. Toplumda, savunmada, politikada, ekonomide, kadında, dinde, ahlakta ve insanın yaşamına dair aklımıza gelebilecek her konuda hiçbir şekilde bir olmamış ve sürekli birbirleriyle savaşmışlardır. Bu savaşta hegonomik, despotik uygarlık tarihin hiçbir vaktinde de demokratik uygarlığı yenip bitiremediği için, sürekli ahlak dışı hile ve oyunlarla insanlığı kontrol etmeye çalışmıştır. İşte günümüzdeki dijital medya araçları, bu hegenomik ve despotik uygarlığın anlayış ve ferasetinden büyük pay alan en etkileyici silahlarıdır.
Medya kelimesinin anlamı; Latincede ortam, araç anlamına gelen media kelimesinin çoğulundan gelmiştir. İletişim başta olmak üzere, biyoloji gibi değişik alanlarda da kullanımları vardır. Ayrıca günümüz de Basın-yayın (kitle iletişim araçları), için de medya kelimesi kullanılmaktadır. Yani günlük dilde radyo, televizyon gazete gibi elektronik veya yazılı basın organlarını anlatmak için kullanılan bir terimdir. Dijital medya ise bu işin dijital ve tekniğin ağır basan yönüdür. Bu tanımlamaya baktığımız da hiç de zararlı veya kötü bir durum da görünmüyor aslında. Fakat şunun altını da özellikle çizme gereği duymaktayım. Zaten yeni oluşturulan hemen hemen her araç, amaç itibari ile bile olsa başta toplumun yararı için geliştirilmiştir. Yani toplum için, insanlık için çıkarsız olarak geliştirilen her şey, en başından yararlıdır. Yarar amaçlı geliştirilmiştir. Mesela bugün savaşta çok yaygın kullanılan insansız hava aracını, çiftçi bir kadın tarlasını ilaçlamak veya da gözetlemek için tasarlayıp geliştirmiştir. Büyük ihtimal ile o çiftçi kadın bugün bu aracın, bu kadar insan kanı dökeceğini bilseydi belki de bu aracı asla geliştirmezdi. Belki bu dijital iletişim araçlarını geliştiren bilim insanı da daha çok toplumun birbiriyle iletişimi güçlensin diye geliştirmiştir.
Aynı şekilde dijital medya veya da basın, yayın, iletişim araç ve amaçlarının hepsi de ilk geliştirildiklerinde insanlığa hizmet temelinde geliştirildi. Haberleşme yöntemlerinin hiç biri topluma zararlı değildi. Mesela ateş ve duman ile haberleşmenin hiçbir hakikate zararı yoktu. Ya da mektup getirip götürmek için eğitilmiş o güvercinlerin kime ne zararı olabilirdi ki? Hiçbir zararı olmayacaktı kuşkusuz. Çünkü o zaman ki yöntemlerde dahil olmak üzere her şey insan ve toplum içindi. Çıkar yoktu. Faydacılık yoktu. Biri öldürülüp biri yaşamıyordu. Hepimiz birimiz, birimiz ise hepimiz içindi. Fakat maalesef bugün öyle değildir. Kapitalist modernitenin hemen hemen dünyanın her bir yerinde zirve yaptığı bugün de, çocuklarda bile yer yer çıkar ve bencillik görülebilmektedir. Çocuklarda bile bu görülürken, kapitalist modernitenin oyunlarına gelmiş, hatta yer yer bilinçli veya bilinçsiz kapitalist sisteme alet olup hizmet eden çıkarcı toplum kesiminin (elit kesimin) hangi medya haberine, hangi yayın ve paylaşımına güvenilebilinir ki? Durum bu iken gerçekten bir sosyal medya hakikati olabilir mi?
Bu neden ile rahatlıkla gerçekte bir sosyal medya yoktur diyebiliriz. Çünkü sosyal medya eğer hakikatten adı gibi olsaydı, yani hakikatten sosyal olabilseydi, topluma bu denli zararı olmazdı. Sonuç itibari ile sosyal medya, toplumun birbiriyle iletişim ve haberleşme sistemi olmalıdır değil mi? Evet gerçekte öyle olmalıdır. Fakat günümüzde, zihniyet temelinde derinlikli olarak çözümlediğimiz de aslında bir sosyal medya gerçeği yoktur. Gerçekte yaşadığımız bu durum, farkında olmaksızın dijital medya gerçeğidir. Ki bu bağımlılık gibi psikolojik hastalıktan tutalım da, bu elit ve iktidarcı kesimin bizi istediği gibi yönlendirmesine kadar birçok yönüyle bize zararlıdır. Bunları belirtirken, internet dünyasını, sosyal medyayı imkân ve paylaşımlarını inkâr etmiyoruz. Bir hakikate dikkat çekmeye çalışıyoruz. Yani sosyal dijital anlayış ve zihniyetlere karşı bilinçli ve duyarlı yaklaşmaya çağırıyoruz.
Şimdi biraz daha bilimsel boyutuna bir bakalım. Dopamin hormonu (DA), vücutta doğal olarak üretilen bir kimyasaldır. Beyinde, dopamin hormonunun reseptörlerini aktive ederek nörotransmiter olarak görev yapar. Dopamin hormonu ayrıca, hipotalamustan da salgılanır ve kana karışarak nörohormon görevi yapar. Nörohormon olarak görevi hipofizin ön lobundan prolaktin salgılanmasını baskılamaktır. Sempatik sinir sistemindeki etkileri dolayısıyla ilaç olarak; kalp atışlarını hızlandırmak ve kan basıncını yükseltmek için kullanılır. Dopamin hormonun vücudumuzdaki rolü böyledir. Fakat kapitalist sistem bu gerçeğimizi bilimcilik anlayışıyla açığa çıkartıp kullanmıştır. Nasıl mı kullanmıştır? Dopamin hormonu heyacanla bir şeyi merak edip, sabırla beklediğimizde daha fazla salgılanır. Bu merakla bekleyiş ne kadar uzun sürse, bedenimizde o kadar dopamin hormonu salgılar. Bu şekilde Dopamin hormonu salgılandığında, yani ne denli uzun süreli salgılansa biz de o denli kendimizi mutlu, huzurlu ve stressiz hissederiz.
Fakat kapitalist sistem bunu dijital iletişim araçlarıyla, (özellikle günümüz de akıllı cep telefonlarıyla) öyle bir hale getirmiş ki, hemen hemen her an bir mesaj, bir bildirim, bir paylaşım vb. alarak bu dopamin hormonunun salgılamasını bize zarar verecek düzeyine getirmiştir. Yani tıp biliminde söylenildiği gibi, “ilaç ile zehrin farkı dozajıdır”. Yani tüm hastalık tedavilerinde kullanılan ilaçlar fazla alınsa zehirlenme gerçekleşir. Bir örnek ile bunu daha da açıklığa kavuşturalım. Eskiden bir yere bir mektup yazardık. Bazen o mektubumuzun cevabını alabilmek için belki de aylarca beklerdik. Aylarca bu bekleyişte istediğimiz cevabı alabileceğimize dair bin bir güzel hayal kurardık. İşte bu uzun bekleyiş sırasında kurduğumuz bu hayallerimiz, bedenimiz de çok kontrollü dopamin hormonu salgılardı. Ayrıca bu bekleyiş büyük bir emek ve çabaydı. Yani bu gerçeğin manevi yönü de insana farklı bir moral ve güç veriyordu. Yalnız günümüz de bir kişi bir cep telefonu ile hemen bir mesaj atar ve anın da cevap gelir. Ne merak, ne heyecan yaşar. Dolayısıyla ani aldığı o cevapta, ani heyecanlansa bile çok dengesiz bir dopamin hormonu salgılanmış olur. Ve sonuçta ortaya çıkacak olan gerçeklik, “ilaç ile zehrin farkı dozajıdır” olur. Yine kısa süreli yaşadığımız bu gerçekler, beyin kapasite sınırlarımızı fazlasıyla daraltmaktadır. Bu gerçekler ışığında görüyoruz ki, aslında kapitalist modernitenin bize sunduğu bu dijital imkân ve koşul, bizi mutlu ve huzurluymuşuz gibi diye kandırıyor.