HABER MERKEZİ–Sanat, düşünüldüğünün aksine, profesyonelliğin, toplum üstü bir kurumun sahip olduğu bir şey değildir ki; sahipliğin olduğu yerde sanat bitmiştir. Sanat özü itibariyle ne kişiye aittir, ne kişinin hizmetinde olmalıdır.
Bu yazımızda sanatı ilk çağlardan bugüne, farklı tarihsel dönemlerle birlikte evrimini; yarattığı devrimleri kavramsal ve toplumsal olarak incelemesini yapacağız.
Sanat nedir, sanatçı kimdir?
Estetik mi, toplumsal mı kaygısı olmalı?
Bireysel mi, toplumsal mıdır gibi pek çok sorunun da cevaplarını tarihsel olarak inceleyeceğiz.
İlk sanat ürünleri bildiğiniz gibi mağara resimleri sayılmaktadır. Dönemin insanları doğanın taklidini görselleştirerek hem geleceğe bir miras bırakmış hem dönem içerisinde kendi ruhlarını beslemişlerdir. Bunlardan en etkileyicisi de el resimleri ve geyik avlayan insanlar olabilir. Bu av resminde insanın biçimsiz olarak, ancak avlanan geyiğin detaylı bir şekilde resme aktarılması bu insanların avladığı hayvana dair ne anlam yüklediklerinin göstergesidir.
Sonrasında ise sanat daha çok, neredeyse tamamen tanrı inancı ve tanrının suretini, imgelerini yaratmak, göstermek üzere kendini devam ettirmiştir.
Antik Yunan’a bakacak olursak, yazılan destanlar, tanrı-tanrıça heykelleri, tapınaklar – ki Apollon tapınağı, müziği de kendi içerisinde barındırmış ve bunlar rahibeler olmuştur – ki o dönem içerisinde sanat tamamen dini bir ayin olarak görülmüş, tanrıyla kurulan müzikal ve görsel bir köprü faaliyeti görmüştür.
Ardından gelen İsa figürü, onunla beraber Frenkler ve kiliseler, camilerde gördüğümüz remze-i merkûşlar; her biri ilahi güzelliğin bir yansıması olarak faaliyet gösteriyordu.
Ardından gelen kapitalist sistemin modernizmi ile ise tanrısal olan sanat, tamamen özne, birey, insan odaklı bir sanat anlayışına evrildi. Bugün itibariyle ise özne dahi aşılmış, nesne odaklı sanat akımları postmodernizm adıyla kendini sahneye çıkartmıştır.
Yeni çıkan anlayışlara örnek verirsek, dijital sanat anlayışı denilen – hiçbir kavramsal altyapısı olmamasına rağmen ihtişamlı görünmesi nedeniyle ilgi gören – bir anlayış mevcuttur.
Peki bu nedir? Karşınızda bir ekran ve hareket halindeki renkler… Buna sanat denilebilir mi?
Topluma fayda sağlayan kısmı nedir?
Bu elitize edilmiş, halka ulaşmayan, belli bir kesimin ilgisini çeken çalışmaların ideolojik bir durumu da olmaktadır.
Elitleşen anlayış, toplumdan kopuk demektir.
Günümüzde Çağdaş Sanat olarak adlandırılan bu sanat anlayışı (bunlara sanat dememiz anlaşılsın diyedir), toplumdan kopuk, sadece tüketmek üstüne yaratılmış; insanın şeyleşmiş ve anlamsızlaşmış nesnel dünyasına hitap etmektedir.
Bu da ilkel ve modern ikilemini yaratmıştır.
Güzel ve çirkin ikilemi, Aydınlanma süreci ile pekişmiştir. Güzelleştikçe tekilleşen, tekilleştikçe bireycileşen anlayış bugün nasıl ki “dünya güzeli” diye bir kavram yarattıysa, bunun nedenini bu anlayışta görmek lazımdır.
Çağımızın insanı, kendi yarattığı sanallığa, putlara övgüler düzerken; şiirsel olanı evrenden koparmıştır.
Mevcut süreçte tüm toplumsal kurumların – ki toplumsallığın kendisinin yıkıldığı – bir yerde sanatı hangi yönleriyle konuşabiliriz?
Bugün her alanda bize sözde sanat olarak sunulan şeylerden nasıl bir anlam çıkarabiliriz?
Sanat diye karşımıza çıkan – ki dönem şartlarında artık hiçbir şeyi aramaya gerek yoktur, her şey önümüzde ve bize hizmet etmektedir – konumuza dönecek olursak, sanat diye karşımıza çıkan şey nedir?
Yayınlanan eski bir sokak röportajında, muhabir simitçi bir çocuğa
– Okul okuyor musun? diye sormuştu.
Çocuk: Hayır.
– Peki boş zamanlarında ne yapıyorsun? demişti.
Çocuk: Film izlemeye gidiyorum.
– Ne filmi?
– Yılmaz Güney.
– Niye Yılmaz Güney?
– O da bizim gibi garibandır. cevabını vermişti.
Burada bir daha soralım: Sanat neydi?
Edûlê’nin örgülerinin arasında sallanan mor kurdele miydi?
Sanat denilince, Mazlum’un, Dörtler’inkinden daha sıcak kucaklayan var mıdır yüreğimizi ve bilincimizi?
Yoksa onu söyleyen, yazan, görselleştiren kalem miydi sanat?
İşte burada, üretilen, üreten ve ürün; hepsi biz olduğumuzda gerçek sanattan söz edebiliriz.
Her şeyin anlamını yitirdiği bir dünyada, ne üçüncü ne ikinci; tek kurtuluş yolu sanatın ilk çağlardaki gibi toplum ve dünya, yaşam ve kadın ekseninde kendini yaratması olabilir.
Silah, söz, eylem, düşünce, fırçalar; her şey sanatın mevzisinde birer silahtır – kullanan eller ve gören gözler olduğu müddetçe.
Sanat, düşünüldüğünün aksine, profesyonelliğin, toplum üstü bir kurumun sahip olduğu bir şey değildir ki; sahipliğin olduğu yerde sanat bitmiştir.
Sanat özü itibariyle ne kişiye aittir, ne kişinin hizmetinde olmalıdır.
Kapitalist üretim ile sermayenin eline geçen ideolojik araçlar, aynı şekilde kültür ve sanat üretimini kendi tekeline koyduğunu görüyoruz.
Bireyselleşen, anlamsızlaşan, al-sat, popüler olanı tüket… İnsanlara verdiği budur.
Fakat burada sanatı gerçek manasıyla adlandırmaya başladığımızda, işte o zaman aynada koca bir insanlık ve dünya görebiliriz.
Her anlatım, her görsel, her şiir, her darbe, her nefes bir an inşa eder.
Bunun farkında olarak, anı bir miras sahibi kılarak, hakikatin bütünlüğüne yol alacağız.
Toplumsal yaşam ve onun sürekliliği hakikattir.
Bu çizgide üretim yapmaya devam edeceğiz.
Derya Polat